İşte tam da bu noktada, tarihimizin derinliklerinden kopup gelen Dede Korkut, yalnızca bir anlatıcı değil; bir öğütçü, bir hafıza ve bir kimlik olarak karşımıza çıkar. Dede Korkut Destanları, sadece birer masal değil; bir duruşun, bir millet olmanın ifadesidir.
Bu kadim mirasa sahip çıkmak adına, 10 Ekim’de Iğdır Üniversitesi ev sahipliğinde; Nahçıvan Devlet Üniversitesi, Azerbaycan’ın Kars Başkonsolosluğu ve Iğdır Azerbaycan Evi’nin katkılarıyla anlamlı bir sempozyum düzenlendi. Alanında uzman isimlerin Dede Korkut Destanı’nı farklı yönleriyle ele aldığı oturumlar, adeta birer bilgi şölenine dönüştü.
Göreve başladığı günden bu yana, Iğdır Üniversitesi'nde yarattığı pozitif atmosferle dikkat çeken Rektör Prof. Dr. Ekrem Gürel’in, UNESCO’nun Dede Korkut’u “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” ilan etmesiyle vurgulanan bu evrensel değere sahip çıkmadaki öncülüğü ise, ayrı bir takdiri hak ediyor.
Dede Korkut Destanları, 9 ila 11. yüzyıllar arasında şekillenmiş, 15. yüzyılda yazıya geçirilmiş olsa da, bugünün insanına söyleyecek çok sözü var. Çünkü insan değişse de, değerlerin özü sabit kalır: sevgi, sadakat, cesaret, adalet, erdem… Hikâyelerin her birinde bu değerlerin altı kalın kalemlerle çizilir.
Bugün Kazakistan bozkırlarında bir çadırın içinden yankılanan kopuz sesiyle, Azerbaycan’da söylenen bir destanın ahengi arasında, Kırgızistan’daki Manas anlatısında ya da Anadolu’da bir halk ozanının dilinden dökülen mısralarda hep aynı özü duyarız: Dede Korkut’un ruhu hâlâ yaşıyor. Hem de sınırları, dilleri, zamanları aşarak...
Dede Korkut Kitabı, sadece bir edebî eser değil; Türk dünyasının ortak hafızası, kimlik haritası ve kültürel mirasıdır. Destanlarda yiğitlik, vefa, aile, inanç, adalet ve özgürlük gibi evrensel değerler işlenir. Ama hepsinden önemlisi, bu hikâyeler, Türk insanının hayatla kurduğu ilişkiyi, doğayla uyumunu ve mücadele ruhunu taşır.
Kazakistan’da halk destanları, özellikle “batır” anlatıları, Dede Korkut’un izlerini taşır. Yiğitliğin, at sevgisinin, oba dayanışmasının anlatıldığı her hikâyede Dede Korkut’un hikmetli sözlerini hatırlamak mümkündür. Kazak edebiyatında, özellikle Abay Kunanbayev’in eserlerinde görülen halkın diliyle konuşma tarzı, Dede Korkut’un etkisinin bir yansımasıdır.
Azerbaycan da, Dede Korkut’un kalbinin attığı coğrafyalardan biridir. Burada hikâyeler hâlâ meddahlar tarafından anlatılır; halk müziği Dede Korkut’un öğütleriyle şekillenir. Bakü'de bir çocuğa verilen "Korkut" ismi, bir milletin atasına duyduğu sevginin göstergesidir. Azerbaycan’da Dede Korkut, sadece bir geçmiş değil, aynı zamanda modern milli kimliğin temel yapı taşlarından biridir.
Kırgız halkı için Manas ne kadar önemliyse, Dede Korkut da o kadar yakındır. İki destan da ortak Türk köklerinden beslenir, halkın yaşam felsefesini yansıtır. Kırgız anlatılarındaki doğa tasvirleri, destan kahramanlarının ahlaki duruşları ve toplumsal sorumluluk anlayışı, Dede Korkut’un öğütleriyle büyük benzerlik gösterir.
Anadolu’da Dede Korkut, sadece bir destan anlatıcısı değil, aynı zamanda bir bilge, bir hak dostu ve toplumun öncüsüdür. Oğuz boylarının Anadolu’daki tarihsel macerası içinde Dede Korkut, milletin hafızasında bir ulu çınar gibi kök salmıştır. Bugün bile Anadolu’nun birçok köyünde “Korkut Ata” diye anılan efsaneler yaşar.
Dede Korkut’un izleri, İran coğrafyasında da hissedilir. Özellikle Güney Azerbaycan’da yaşayan Türk topluluklarının dilinde, müziğinde, anlatılarında ve halk edebiyatında, Dede Korkut’un etkisi hâlâ canlıdır. Tebriz, Erdebil, Urmiye gibi şehirlerde halk arasında anlatılan hikâyeler, Oğuz kültürünün yaşayan bir yansımasıdır. Bu bölgede “ata sözü” ve “hikmetli söz” geleneği, tıpkı Dede Korkut’ta olduğu gibi, sözlü kültürün temel taşlarından biri olarak varlığını sürdürmektedir. Bu durum, Dede Korkut’un yalnızca bir coğrafyanın değil; bütün Türk dünyasının ortak sesi, ortak vicdanı olduğunu bir kez daha gösterir.
Dede Korkut’un anlattığı her destan, bir milletin “biz” olma yolculuğunun izlerini taşır. Ana temalarda aile, soy, vatan, namus gibi kutsallar etrafında şekillenen bu destanlar, Türk milletinin ruh kodlarını barındırır. Vefanın, sadakatin, misafirperverliğin, büyük küçüklük ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini satır aralarında değil, doğrudan verir.
Edebi olarak bakıldığında ise Dede Korkut; şiirle, düzyazı arasında bir köprü kurar. Hem edebi zevk verir hem düşündürür. Kendine has üslubuyla destansı anlatımın en güzel örneklerinden biridir. Her karakter, bir tip değil, bir semboldür. Kadın karakterler de bir o kadar güçlüdür hem anne hem eş, hem de bilge birer rehber olarak karşımıza çıkar.
Tarihi açıdan ise, Oğuz Türklerinin yaşam tarzı, inanç dünyası, savaş stratejileri, sosyal yapısı bu hikâyeler aracılığıyla günümüze taşınır. Göçebe hayatın zorlukları, boylar arası ilişkiler, devletin temelleri bu hikâyelerde saklıdır.
Bugün, geçmiş değerlerimizi unuttuğumuzda toplum olarak nasıl savrulduğumuzu hep birlikte gözlemliyoruz. Oysa Dede Korkut’un anlattığı değerler, bizi biz yapan, bir arada tutan, zor zamanlarda dimdik durmamızı sağlayan taşlardır. Onlara sırt çevirdiğimizde, yalnızca birer birey değil, toplumsal hafızamızı da kaybediyoruz.
Millet olma şuuru, ortak acılardan, sevinçlerden, değerlerden ve anlatılardan doğar. Dede Korkut’un hikâyeleri bu ortak bilincin temel taşlarıdır. Birlik olmanın, aynı çadırın altında farklı kişiliklerle, ama ortak bir ruhla yaşamayı başarmanın öğretisidir.
Bugün çocuklarımıza vereceğimiz en büyük armağanlardan birisi, belki de Dede Korkut’tur. Çünkü o hikâyelerde ne sadece geçmişin tozu vardır, ne de sadece bir efsane... O hikâyelerde biz varız. Kim olduğumuzu unutmamak için Dede Korkut’u yeniden okumak, anlamak ve yaşamak zorundayız.
Çünkü millet, geçmişin hikâyeleriyle daha bilinçli ve kendinden emin olarak geleceğe yürür.