Değerli meslektaşım emekli edebiyat öğretmeni, araştırmacı-yazar Ali Onk ile 1967-1968 öğretim yılı başında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde aynı sınıfta okuyan öğrenci olarak tanışmıştık. 1966 Varto Depremi dolayısıyla kamu binalarında yerleşim sıkıntısı oluşmuş, öğrenciler de bundan nasibini almıştı. Kredi Yurtlar Kurumu, öğrencileri açıkta bırakmamak için kendisine ait yurtların okuma salonlarını yatakhane olarak düzenleyip hizmete sunmuştu. 90 civarında öğrencinin barındığı bir yatakhanede Ali ile ranzalarımız yan yana düşmüştü. Çavuşu, onbaşısı olan belli saatlerde yatılıp kalkılan, öğrencilerin ‘koğuş’ olarak adlandırdığı bu yatakhanede bir dönem kaldıktan sonra, I. Yurdun 37 numaralı odasına taşındık. Sekiz kişilik odada Iğdırlılar çoğunluktaydı ve bunlardan birisi de Ali Onk idi. 1971 yılında fakülteden mezun oluncaya kadar oda arkadaşlığımız devam etti.
Ali Onk, hayatım boyunca çok değer verdiğim sınırlı sayıdaki arkadaşlarımdan birisidir. Bu nedenle 1 Ekim 25 Çarşamba günü vefat ettiği tarihe kadar arkadaşlık hukukumuz devam etti. 58 yıllık bu dostluk bir rekor sayılabilir.Yarım asrı aşan bu arkadaşlıkta ortak paydaların olduğunu gözden uzak tutmamalıyız. Bu paydaları şöyle özetleyebiliriz:
1. Araştırmacı bir kimliğe sahip olmak; ben halk bilimi alanındaki araştırmalarıma Ali Onk’u tanıdıktan sonra başladım. Iğdır ve çevresine yönelik derlemeleri ilgimi çekmişti. Bu benim de Erzurum ve çevresine yönelik derleme yapmama vesile oldu. O yıllarda Ali’nin Iğdır yöresinden derlediği şu mani hâlâ hatırımdadır:
Aras üste mirçeğem Özümde kömlehçeğem Herkese çirkin olsam Öz yârime göğçeyem
2. Sorumluluk duygusu; bizim öğrenci olduğumuz yıllar, sonradan “68 Kuşağı” olarak adlandırılmakta ve öğrenci hareketlerinin en yoğun olduğu dönemi kapsamaktadır. Ali ve ben hiçbir hareket içinde yer almadık, öğrenci olarak ülkemize yapacağımız en büyük hizmetinçalışmak olduğunu düşündük. Derslerimize devamsızlık yapmadık.
3. İnsan sevgisi; Yunus’un “yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” sözü bizim için hayat felsefesi olmuştur. İnsanların dünya görüşü, inancı, dini, mezhebi, cinsiyete kendisine özeldir. Ona müdahale hakkımız yoktur. İnsan onuruna yakışan tutum ve davranış içinde olan herkes bizim için kıymetlidir. Olmayan ise değersizdir.
4. Öğretmenlik anlayışı; görevine başladıktan sonra öğrencilerimizin her birini kendi çocuğumuz gibi gördük. Hiç birini diğerinden ayırmadık.Her birine ayrı ayrı değer verdik. Asli görevimizin onların eğitim düzeylerinin yükseltilmesi olduğunu hatırımızdan çıkarmadık. Ülkesini seven, ailesi için sorumluluk bilinci taşıyan, çalışkan, dürüst, ilkeli, birleştirici, uyumlu insanlar olması konusunda elimizden gelen çabayı gösterdik. Bu benzerlikler çoğaltılabilir.
Ali kardeşim, “Köroğlu Destanından Esintiler” isimli kitabının sunumunu yazmamı rica edince bunu onurlu bir görev kabul ettim. Böyle kapsamlı ve ciddî bir çalışma yapmasını kendilerinden bekliyordum. Biraz geç kaldığını da düşünmüyor değilim. Fakat bunun kabahatlisi Ali değildir. Üniversitelerin araştırmacı kimliğe sahip öğrencilere sahip çıkıp akademik kadrolara almaları gerekir. Ne yazık ki ülkemizde geçmişte gereken hassasiyet gösterilmediği gibi günümüzde de böyle bir uygulamanın olduğunu sanmıyorum. Akademik kadrolara elaman seçiminde ve bunların yükseltilmesinde kayırmalar olduğu şikâyetleri her dönem gözlemlenen olaylardandır. Yıllarca üniversite çevresinden uzakolarak orta öğretimde kendisini öğrencilerine adamış, emekli olmuş bir öğretmenin kendi çabalarıyla böyle ciddî bir çalışmayı gerçekleştirmiş olmasını takdir etmemek mümkün mü?
Gördüğüm kadarıyla kitap konuları ve içeriği bakımından oldukça kapsamlı. Pertev Naili Boratav’ın “Köroğlu” (İst. 1984) ile Mehmet Kaplan’ın “Köroğlu Destanı” (Ank.1973) ve benzer eserler gibi gelecek kuşaklar için önemli bir kaynak olma niteliği taşımaktadır.
Bilindiği gibi Köroğlu, Oğuz Türklerinin Anadolu, Kafkasya ve İran’da teşekkül eden, farklı varyantları olan önemli bir destanıdır. İslâmiyet öncesinde Türk-İran savaşlarından doğduğuna dair görüşler çoğunluktadır. Anadolu’da XVI. Asırdan itibaren yayılmaya başlamış, XIX. Asırda metinlere geçmiştir.
Destan kahramanı Köroğlu, bazen aşk yüzünden dağlara düşmüş bir âşık, bazen İranlılara karşı savaşan bir Osmanlı kahramanı, bazen haksızlığa karşı ayaklanmış bir eşkıya olarak görülür. Fakat her zaman kahraman, haksever, düşkünü koruyan birisi olarak karşımıza çıkar. Köroğlu, fonksiyon bakımından eski Türk mitolojisinin kam, şaman, ozangörevini üstlenmiştir. Onun bütün destan kahramanları ile birleşen vasfı saf ve babacan olmasıdır. Düşmanlarına bile namertlik etmek aklının ucundan geçmez. Tedbirsiz olması en büyük eksikliğidir. Köroğlu destanında sabit bir mekân yoktur. Kol halinde derlenmesi çok geniş bir alana yayılma kudretine sahip olduğunun göstergesidir.
Kaynağı İslâmiyet öncelerine uzanan, daha sonra İslâmî ve millî bir çehre kazanan Köroğlu Destanı üzerine büyük emek verilerek yapılan bu ciddi çalışmasından dolayı değerli meslektaşımı saygı ve rahmetle anıyor, Emekli Öğretmen eşi, Nevin Onk ve çocuklarına Allah’tan sabır ve metanet diliyorum.
Dr. Lütfi Sezen, Emekli Akademisyen, Atatürk Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi