ÇANAKKALE RUHU
Ayağa kalk ve dik dur, kahraman Çanakkale!
Toplanmış her yana İngiliz, Yunan, frengi…
Görmedi koca cihan, böylesi büyük cengi.
Tarihi bir destandır, Elli Yedinci Alay.
Ayağa kalktı vatan, iman dolu gayretle.
Kutlu olsun bu yolda, mübarek şehadetin.
Hiç korkmadan yürüyor, ölümü bile bile.
Çanakkale Muharebeleri, dünya tarihînde ender rastlanan deniz ve kara savaşlarından biridir.
Siyasî açıdan, birçok emelin, ihtirasın, idealin düğümlendiği; askerî açıdan, insan gücünün, azminin, inancının yanı sıra, âlet, edevat ve teçhizatının yeterince denge kuramadığı;
Vatanını savunanlarla istilâya gelenlerin birbirlerini boğazlamak, yok etmek üzere yarım milyonun üzerinde insanın hayatlarını kaybettiği veya sakat kaldığı ve sonuçlan itibariyle de, geçmişte olduğu gibi, birçok yanlış hesabın suya düştüğü bir savaştır.
1071’de Alparslan’la Anadolu’da simgeleşen ve on yıl sonra, 1081’de Çaka Bey’le Adalar Denizi adalarına ulaşan Türk hâkimiyetinin Anadolu’da sona erdirilmek istenmesinin en yeni ve en önemli denemesi de Çanakkale Savaşılanda olmuştur.
Bu teşebbüsün yaklaşık 200 yıllık bir mazisi vardır. Ve en az 100 defa bu senaryo sahneye konmuş veya konulmak istenmiştir. Bir Fransız tarihçisiyle, bir Rus liderinin ifade ettikleri gibi Türklerin Anadolu’ya ayak bastıkları, hele hele Avrupa yakasına geçtikleri andan itibaren onları buralardan uzaklaştırmak için siyasî, askerî, İktisadî birçok manevraya girişilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başladığı andan itibaren de onun mirasına konma faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Ama hemen her seferinde konu İstanbul ve Boğazlara geldiğinde, paylaşma şeklî üzerinde anlaşmaya varılamamıştır.
Nasıl Rusya 200 yıldan beri İstanbul’a ve Boğazlara sahip olmak için hemen hemen her 15-20 yılda bir Osmanlı Devleti’yle savaşa girmişse; nasıl İngiltere yaklaşık 100 yıldan beri Çanakkale Boğazı’m aşarak İstan bul’a ulaşmak istemiş ve bu amaçla da 1807 yılında Amiral Duckvvorth komutasında bir filoyla İstanbul yakınlarına kadar gelip, birçok kayıpla geri dönmek zorunda kalmışsa, İmparator Napoleon da Avrupa ve Asya Bir diğer yanlış hesap da, sadece denizden mi, yoksa hem denizden, hem de karadan müştereken mi Boğazlara saldırılacağı meselesi olmuştur.
Trablusgarp ve Balkan Muharebelerindeki gibi Boğazlarda da fazla bir direnişle karşılaşmayacağını düşünen İngiltere ve Fransa, sadece deniz gücüyle taarruz etmekte yanıldıklarını çok geç olarak 18 Mart 1915’teki yenilgileriyle anlamışlardır. Daha sonra bu, hem deniz hem de kara gücü taarruzlarıyla telâfi edilmeye çalışılmışsa da, İngiliz ve Fransız gemilerin den ve askerlerinden önemli bir kısmı helâk olduğundan ve Türk tarafı sevkiyat için gerekli zamanı kazandığından başarılı olamamıştır.
Bütün bunların ötesinde ve 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders’in de dediği gibi, “Türklerin harp malzemesi bulabilmek için İngilizlerin ganimetlerinden faydalanmaya çalışmalarına, az olan kum torbaları yapmak için gönderilen çuvallarla yırtık elbiselerini yamamaya çalışmalarına rağmen, onların kararlılıkları, ya şehit ya gazi olmak inancı ve güveniyle ölümü hiçe saymaları, birkaç dakika sonra öleceklerini bile bile ölüme koşarcasına gitmeleri, icap ettiği veya emredildiği anda, eri ve subayıyla en zor işe atılmaktan geri kalmamaları, savaşta bile dürüst, vefalı olabilmeleri, öldürmek için var güçleriyle üstlerine gittikleri düşmana mütareke sırasında müşfik davranabilmeleri de savaşın kaderini değiştiren en önemli unsurlardandır.
İşte o iman ve azimle müstahkem mevki mayın komutanı Nazmi Bey’den aldığı emirle Nusret mayın gemisi süvarisi Yüzbaşı Tophaneli Kaptan Hakkı Bey, düşman gemilerinin arasından süzülerek Akyarlar’daki stratejik yerlere, gece karanlığında, mayınları sıralamış ve çağın en modem düşman savaş gemilerinden bazılarının 18 Mart’ta Boğaz sularında batmasını sağlamıştır.
İşte, “Türk mevzileri yedi saatlik donanma ateşi altında imha edildi” veya “siperdekilerin tamamı tüfek atışlarıyla yok edildi” denildiği zaman ve yaralı da olsa, cephanesi kalmasa bile Mehmetçiğin doğrulup süngü savaşına kalkması.
İşte, nesli tükenmek üzere olan gazilerin anlattığı, bazı kaynakların teyit ettiği ve bize bir hayal mahsulü gibi görünen olay: Ruh, beyin ve bedenî gücün birleşmesi, konsantre olması sonunda süngüsünü tam teçhizatlı düşmanının karnına saplayıp, başının üstünden arkaya aşıran ve böylece savaşa devam eden Mehmetçiğin halet-i ruhiyesi.
İşte, atına yüklediği su bidonlarıyla karşılaştığı ve susuzluktan ölmek üzere olan iki yaralı İngiliz erine, savaş hattında bile belki ölürler düzencesiyle yavaş yavaş su içiren, fakat vazifesini de ihmal etmeyerek onları esir alıp suyu birliğine ulaştıran saka erinin tutumu.
İşte, düşmanın stratejik bir tepeyi Conkbayırı’nı ele geçirmesi üzerine 10 Ağustos gecesi bir süngü taarruzuyla düşmanı püskürten Yarbay Mustafa Kemal’in savaş otoritelerini hayretler içinde bırakan dehası.
İşte yine onun kumanda ettiği Türk askerinin kendi ifadesiyle erişilmez halet-i ruhiyesi: “Biz, kişilerin kahramanlık sahneleriyle ilgilenmiyoruz. Yalnız size Bomba sırtı hadisesini anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkinciler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’ân-ı Kerim, Cennet’e girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar.
Bu Türk askerindeki ruh kudretini gösteren hayrete değer ve tebrike yaraşır bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazanan bu yüksek ruhtur.” İşte, Balkanlar’da olduğu gibi birbirlerine fikir, moral ve asker veren iki değerli kardeşin, Esat ve Vehib Paşaların kahramanlık destanları. İşte, 18 Mart’ta düşman gemilerinin Rumeli Mecidiyesi yakınlarında bir sığınaktaki cephaneliği havaya uçurduğu zaman numara erleri Seyid ve Ali’nin inanılmaz iradeleri. 215 okka (276 kg) lık gres yağına bulanmış üç mermiyi Seyid’in sırtlayıp top namlusuna sürmeleri ve etrafı kana bulayan Ocean isimli gemiyi batırma efsaneleri ve daha yüzlercesi!..
Burada son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, İtilâf Devletleri tarafından kendilerine muhtariyet veya istiklâl vaat edilen Balkanlar’daki halklarla birlikte, Araplar, Rumlar, Ermenilerden bazıları, siyasî açıdan, birçok mücadeleden ve birçok sene sonra bağımsızlığa kavuşmuşlarsa da, İtilâf Devletlerinin İktisadî, ticarî, kültürel emperyalizminden kurtulamamışlar ve aradan yaklaşık üççeyrek asır geçmiş olmasına rağmen hemen hemen hepsi hâlâ kendilerini toparlayamamışlardır.
Tarih boyunca birçok zafer kazanılmış, ancak bazıları sadece bir milletin kahramanlığı ve azmi ile öne çıkar. 18 Mart Çanakkale Zaferi de bunlardan biridir. Türk milletinin, tarih sahnesinde destanlaşan kahramanlıkları ve azmi, destan yazdığı bir dönemeç olan Çanakkale Savaşı’nda görkemli bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Bu büyük zaferin anlamını ve önemini daima hatırlayarak, gelecek nesillere bu kahramanlık destanını en güzel şekilde aktarmak bizlerin görevidir. Bugün, geçmişimizin şanlı mirasını yaşatmak ve geleceğe taşımak için bir araya gelerek, Çanakkale Zaferi’nin ruhunu yaşatmaya devam edelim. Herkesin 18 Mart Çanakkale Zaferi’ni en içten duygularla kutluyoruz.