Protokollerden ilki, “Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti
arasında diplomatik ilişki kurulmasına ilişkin protokol”, ikincisi ise,
“Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti arasında ilişkilerin
geliştirilmesi hakkındaki protokol” olarak ifade edilmekte ise de, her
iki protokolün kaleme alınış biçiminde, Türk millî menfaatlerinin
belirleyici olmadığı ve özünde, Ermenistan’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne
dayattığı koşulların kabulü manasına gelen hükümler içerdiği bu gündemi
yakından takip eden sivil toplum kuruluşları ve çeşitli akademik
çevrelerce ifade edilmektedir.
Türk kamuoyunun ve özellikle, kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti’nin tüm tepkilerine rağmen ansızın gündemimize giriveren bu protokollerin ekinde bir de takvim bulunuyor. Bu takvim, Türkiye ile Ermenistan arasında atılacak adımların zamanlamasını kesin bir şekilde ortaya koymakta ve Türkiye, iki ay içerisinde Ermenistan sınır kapısının açılmasını taahhüt etmektedir.
Adana Kardeş Kültür Dernekleri Platformu olarak 10 Nisan 2009 tarihinde yapmış olduğumuz Basın Toplantısı’nda Ermenistan’ın Karabağı işgali bir yana, 1921 tarihli Kars Antlaşması’nı ve dolayısıyla Türkiye’nin sınırlarını tanımayan, Türkiye’den toprak talebinde bulunan, milli sembol olarak Ağrı Dağı’nı kullanan ve sözde “Ermeni Soykırımı”nın tanınmasını talep eden bir ülkeyle sınır kapılarının açılması, en hafif ifadeyle, devletler hukukunda tanımını bulan “mütekabiliyet ilkesi”ne aykırılık teşkil ettiğini ve Türkiye ile ilgili hiçbir talebinden ve iddiasından vazgeçmeyen, bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler’in kararlarına rağmen, Kardeş Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal altında tutan Ermenistan’la sınırların açılmasının geçerli hiçbir gerekçesi bulunmadığı ilân edilmiş iken, bu millî duruşa ve onurlu seslenişe adeta kulak tıkayarak ve uluslar arası baskıların de etkisiyle bugün aynı olumsuz noktaya gelinmiş olması endişe vericidir.
Ermenistan’ın yüzyıllık hayallerinin onaylanması anlamına gelen bu protokollerin mimarı olarak da “tarafsız” ve “hakem ülke” olarak İsviçre’nin tayin edilmiş olması da çok mânidardır. Çünkü, bilindiği üzere, İsviçre Ulusal Meclisi; 1 Ocak 1995’te, Ermeni soykırımının olmadığını iddia edenlerin cezalandırılmasını öngören bir yasa çıkarmış ve İsviçre Ermeni Toplumu, 12 İsviçre ve Ermeni kuruluşlarıyla beraber 24 Nisan 1997 tarihinde, soykırımın inkâr edilmesini yasaklayan kanuna dayanarak Türk derneklerine karşı Bern şehrinde dava açmıştır. Yargı süreci 2001’de sonuçlandığında Türk dernekleri suçlu bulunmuştur. İsviçre; böylece Avrupa demokrasilerinin temel kuralı olan “ifade özgürlüğü”nü çiğneyerek tarihe geçmiştir.
İsviçre’nin ayıpları bununla da kalmamış; Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, 2 Mayıs 2004’te, Türkgücü Derneği tarafından Winterthur’da düzenlenen bir konferansa katılmış, soykırım iddialarının yalan olduğunu belgeleriyle ortaya koymuş olduğu bu toplantının ardından hakkında tutuklama kararı çıkarılmış ve “Kırmızı Bülten”le aranmaya başlanmıştır. Türkiye’nin tarih kurumunun başkanı olan kişi, İsviçre topraklarına girdiği zaman yakalanması için tüm sınır kapılarına talimat verilmiştir.
Tüm bunları neden mi söylüyoruz?
Ermeni sorunu konusunda bu kadar açık bir biçimde “taraf” olan İsviçre, şimdi Türkiye ile Ermenistan arasındaki sorunun çözümünde “hakem”liğe soyunmuştur. İşin ilginç olan tarafı ise, Türkiye’nin de bu hakemliği kabul etmiş olmasıdır. Bu durum ancak basiret bağlanması olarak tanımlanabilir.
Sınırların açılması demek, fakir Ermeni halkının büyük oranda Türkiye’ye akın etmesine, zaten işsizlik ve sosyal dengesizliğin kol gezdiği ülkemizde işsizlik oranının daha da artmasına yol açacaktır. Unutulmamalıdır ki; hiçbir ticari kazanç, milli ve manevi değerlerimizi ve milli çıkarlarımız ile Azerbaycan’la olan kardeşlik ve işbirliği ilişkilerimizi kurban etmeye değmeyecektir.
Kaldı ki, ikili ilişkilere iktisadi yönden yaklaşanların göremedikleri ya da görmezden geldikleri husus, Azerbaycan ile Türkiye arasında, başta Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru hattı olmak üzere, doğalgaz boru hattı projesi, demiryolu projesi ile her iki ülke vatandaşlarının birbirlerinde yaptıkları yatırımlar, diğer bir anlatımla Azerbaycan’la olan ikili ekonomik münasebetin potansiyelidir.
Konuyla ilgili Sorulması gereken sorular vardır:
- Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebinin resmi belgesi, Ermenistan Anayasası’nın eki mahiyetindeki bağımsızlık bildirgesinin 11. maddesidir. Türkiye, bu belgede mevcut toprak talebine ilişkin ifadeler kaldırılmadan ve sınırların tanınmasına ilişkin 1921 tarihli Kars Antlaşması’nı tanımadan hangi gerekçeyle ya da hangi devletler hukuku prensibiyle Ermenistan sınırlarını açmayı düşünebilir?
- Kendilerine, ülkemizin sembollerinden olan Ağrı Dağı’nı milli sembol olarak seçmiş olmaları ve halihazırda bu sembolü kullanıyor olmaktan vazgeçmeleri sağlanmadan sınırlar hangi gerekçeyle açılacaktır?
- Kendilerinin yaptığı katliam ve soykırımları Türk Milleti’ne mal ederek sözde “Ermeni Soykırımı” iddialarını arşivlerde mevcut belge ve bilgiler ışığında tarihçilerin bilimsel değerlendirmelerinden dahi uzak tutan ve bu iddialarından asla vazgeçmeyeceklerini resmi olarak beyan eden Ermenistan ile sınırlar hangi çerçevede açılacaktır?
Bu sorular, Türkiye – Ermenistan ikili ilişkileri açısından daha da uzatılabilir. Ancak buna gerek yoktur. Çünkü ikili ilişkiler için asgari müşterekler yaratılmalı ve oldu – bittilere meydan verilmemelidir.
Bunun yanı sıra; “Bir millet, iki devlet” iradesiyle bağlı olduğumuz Azerbaycan Cumhuriyeti ile ilişkilerimizi de Ermenistan uğruna kurban edemeyiz, etmemeliyiz.
Bugün, Azerbaycan ile aynı kan, aynı dil ve aynı din birliğinin yani aynı millet olmanın verdiği tarihi sorumluluklarımızın yanı sıra, ikili ekonomik ve siyasi çıkarlarımız açısından da sorumluluklarımızın farkında ve bilincinde olmak zorundayız.
Dağlık Karabağ’ın da dahil olduğu Azerbaycan topraklarının % 20’sinin Ermenistan tarafından işgal edilmiş olduğu, bu işgal sona erdirilmeden Ermenistan ile Türkiye sınırlarının açılması, yaratılmış olan fiili duruma yani işgale meşruiyet tanınması sonucunu doğuracaktır ki, bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bizlerin hiçbir şekilde ve kesinlikle kabullenemeyeceğimiz bir durumdur.
Ayrıca, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal ederken başta Hocalı olmak üzere Karabağ ve işgal altındaki diğer yerleşim merkezlerinde soykırım olarak nitelendirilebilecek şekilde yaptıkları katliamlar ve katliamları yapanları Ermenistan’ın milli kahraman ilan ettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz.
Büyük Türk komutanı Ebu Müslim Horasani, sanki bugün içinde bulunduğumuz durumu görmüşçesine şöyle sesleniyor bizlere yüzyıllar öncesinden:
“Onlar zararlarından emin oldukları için; dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”
Ülkeyi yönetme makamında bulunanlar çok iyi bilmelidirler ki; Ermenistan ne kadar yakınlaştırılmak istenirse istensin bize dost olmayacaktır. Vahim olan şudur ki; her yanlış adımın akabinde en yakın dostumuz kardeş Azerbaycan bir gün bize çok uzak olabilir.
Ülkemizde yönetim erkini elinde bulunduran Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza ve hükümetimize kimler tarafından istenirse istensin ve hangi gerekçeler ileri sürülürse sürülsün yukarıda belirtilen gerçekler ışığında Ermenistan sınırlarının açılmasının tarihi sorumluluklarımızla ve kardeş Azerbaycan ile olan kardeşlik bağlarımızla bağdaşmayacağı ve devletimizin Türk dünyasında güvenilirliğini yitireceği hususunu hatırlatmayı ve sınırların açılmasını istemediğimizi temsilcisi olduğumuz sivil toplum örgütleri adına deklare etmeyi bir görev addediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Türk kamuoyunun ve özellikle, kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti’nin tüm tepkilerine rağmen ansızın gündemimize giriveren bu protokollerin ekinde bir de takvim bulunuyor. Bu takvim, Türkiye ile Ermenistan arasında atılacak adımların zamanlamasını kesin bir şekilde ortaya koymakta ve Türkiye, iki ay içerisinde Ermenistan sınır kapısının açılmasını taahhüt etmektedir.
Adana Kardeş Kültür Dernekleri Platformu olarak 10 Nisan 2009 tarihinde yapmış olduğumuz Basın Toplantısı’nda Ermenistan’ın Karabağı işgali bir yana, 1921 tarihli Kars Antlaşması’nı ve dolayısıyla Türkiye’nin sınırlarını tanımayan, Türkiye’den toprak talebinde bulunan, milli sembol olarak Ağrı Dağı’nı kullanan ve sözde “Ermeni Soykırımı”nın tanınmasını talep eden bir ülkeyle sınır kapılarının açılması, en hafif ifadeyle, devletler hukukunda tanımını bulan “mütekabiliyet ilkesi”ne aykırılık teşkil ettiğini ve Türkiye ile ilgili hiçbir talebinden ve iddiasından vazgeçmeyen, bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler’in kararlarına rağmen, Kardeş Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal altında tutan Ermenistan’la sınırların açılmasının geçerli hiçbir gerekçesi bulunmadığı ilân edilmiş iken, bu millî duruşa ve onurlu seslenişe adeta kulak tıkayarak ve uluslar arası baskıların de etkisiyle bugün aynı olumsuz noktaya gelinmiş olması endişe vericidir.
Ermenistan’ın yüzyıllık hayallerinin onaylanması anlamına gelen bu protokollerin mimarı olarak da “tarafsız” ve “hakem ülke” olarak İsviçre’nin tayin edilmiş olması da çok mânidardır. Çünkü, bilindiği üzere, İsviçre Ulusal Meclisi; 1 Ocak 1995’te, Ermeni soykırımının olmadığını iddia edenlerin cezalandırılmasını öngören bir yasa çıkarmış ve İsviçre Ermeni Toplumu, 12 İsviçre ve Ermeni kuruluşlarıyla beraber 24 Nisan 1997 tarihinde, soykırımın inkâr edilmesini yasaklayan kanuna dayanarak Türk derneklerine karşı Bern şehrinde dava açmıştır. Yargı süreci 2001’de sonuçlandığında Türk dernekleri suçlu bulunmuştur. İsviçre; böylece Avrupa demokrasilerinin temel kuralı olan “ifade özgürlüğü”nü çiğneyerek tarihe geçmiştir.
İsviçre’nin ayıpları bununla da kalmamış; Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, 2 Mayıs 2004’te, Türkgücü Derneği tarafından Winterthur’da düzenlenen bir konferansa katılmış, soykırım iddialarının yalan olduğunu belgeleriyle ortaya koymuş olduğu bu toplantının ardından hakkında tutuklama kararı çıkarılmış ve “Kırmızı Bülten”le aranmaya başlanmıştır. Türkiye’nin tarih kurumunun başkanı olan kişi, İsviçre topraklarına girdiği zaman yakalanması için tüm sınır kapılarına talimat verilmiştir.
Tüm bunları neden mi söylüyoruz?
Ermeni sorunu konusunda bu kadar açık bir biçimde “taraf” olan İsviçre, şimdi Türkiye ile Ermenistan arasındaki sorunun çözümünde “hakem”liğe soyunmuştur. İşin ilginç olan tarafı ise, Türkiye’nin de bu hakemliği kabul etmiş olmasıdır. Bu durum ancak basiret bağlanması olarak tanımlanabilir.
Sınırların açılması demek, fakir Ermeni halkının büyük oranda Türkiye’ye akın etmesine, zaten işsizlik ve sosyal dengesizliğin kol gezdiği ülkemizde işsizlik oranının daha da artmasına yol açacaktır. Unutulmamalıdır ki; hiçbir ticari kazanç, milli ve manevi değerlerimizi ve milli çıkarlarımız ile Azerbaycan’la olan kardeşlik ve işbirliği ilişkilerimizi kurban etmeye değmeyecektir.
Kaldı ki, ikili ilişkilere iktisadi yönden yaklaşanların göremedikleri ya da görmezden geldikleri husus, Azerbaycan ile Türkiye arasında, başta Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru hattı olmak üzere, doğalgaz boru hattı projesi, demiryolu projesi ile her iki ülke vatandaşlarının birbirlerinde yaptıkları yatırımlar, diğer bir anlatımla Azerbaycan’la olan ikili ekonomik münasebetin potansiyelidir.
Konuyla ilgili Sorulması gereken sorular vardır:
- Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebinin resmi belgesi, Ermenistan Anayasası’nın eki mahiyetindeki bağımsızlık bildirgesinin 11. maddesidir. Türkiye, bu belgede mevcut toprak talebine ilişkin ifadeler kaldırılmadan ve sınırların tanınmasına ilişkin 1921 tarihli Kars Antlaşması’nı tanımadan hangi gerekçeyle ya da hangi devletler hukuku prensibiyle Ermenistan sınırlarını açmayı düşünebilir?
- Kendilerine, ülkemizin sembollerinden olan Ağrı Dağı’nı milli sembol olarak seçmiş olmaları ve halihazırda bu sembolü kullanıyor olmaktan vazgeçmeleri sağlanmadan sınırlar hangi gerekçeyle açılacaktır?
- Kendilerinin yaptığı katliam ve soykırımları Türk Milleti’ne mal ederek sözde “Ermeni Soykırımı” iddialarını arşivlerde mevcut belge ve bilgiler ışığında tarihçilerin bilimsel değerlendirmelerinden dahi uzak tutan ve bu iddialarından asla vazgeçmeyeceklerini resmi olarak beyan eden Ermenistan ile sınırlar hangi çerçevede açılacaktır?
Bu sorular, Türkiye – Ermenistan ikili ilişkileri açısından daha da uzatılabilir. Ancak buna gerek yoktur. Çünkü ikili ilişkiler için asgari müşterekler yaratılmalı ve oldu – bittilere meydan verilmemelidir.
Bunun yanı sıra; “Bir millet, iki devlet” iradesiyle bağlı olduğumuz Azerbaycan Cumhuriyeti ile ilişkilerimizi de Ermenistan uğruna kurban edemeyiz, etmemeliyiz.
Bugün, Azerbaycan ile aynı kan, aynı dil ve aynı din birliğinin yani aynı millet olmanın verdiği tarihi sorumluluklarımızın yanı sıra, ikili ekonomik ve siyasi çıkarlarımız açısından da sorumluluklarımızın farkında ve bilincinde olmak zorundayız.
Dağlık Karabağ’ın da dahil olduğu Azerbaycan topraklarının % 20’sinin Ermenistan tarafından işgal edilmiş olduğu, bu işgal sona erdirilmeden Ermenistan ile Türkiye sınırlarının açılması, yaratılmış olan fiili duruma yani işgale meşruiyet tanınması sonucunu doğuracaktır ki, bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bizlerin hiçbir şekilde ve kesinlikle kabullenemeyeceğimiz bir durumdur.
Ayrıca, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının % 20’sini işgal ederken başta Hocalı olmak üzere Karabağ ve işgal altındaki diğer yerleşim merkezlerinde soykırım olarak nitelendirilebilecek şekilde yaptıkları katliamlar ve katliamları yapanları Ermenistan’ın milli kahraman ilan ettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz.
Büyük Türk komutanı Ebu Müslim Horasani, sanki bugün içinde bulunduğumuz durumu görmüşçesine şöyle sesleniyor bizlere yüzyıllar öncesinden:
“Onlar zararlarından emin oldukları için; dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”
Ülkeyi yönetme makamında bulunanlar çok iyi bilmelidirler ki; Ermenistan ne kadar yakınlaştırılmak istenirse istensin bize dost olmayacaktır. Vahim olan şudur ki; her yanlış adımın akabinde en yakın dostumuz kardeş Azerbaycan bir gün bize çok uzak olabilir.
Ülkemizde yönetim erkini elinde bulunduran Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza ve hükümetimize kimler tarafından istenirse istensin ve hangi gerekçeler ileri sürülürse sürülsün yukarıda belirtilen gerçekler ışığında Ermenistan sınırlarının açılmasının tarihi sorumluluklarımızla ve kardeş Azerbaycan ile olan kardeşlik bağlarımızla bağdaşmayacağı ve devletimizin Türk dünyasında güvenilirliğini yitireceği hususunu hatırlatmayı ve sınırların açılmasını istemediğimizi temsilcisi olduğumuz sivil toplum örgütleri adına deklare etmeyi bir görev addediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.