İstanbul'un yoksul mahallelerinden birinde yaşayan ailesine destek olmak için yaşından büyük yükler taşıyordu. Sabah erkenden, tanıdığı büyükleriyle birlikte Saraçhane’ye iner, kim ne iş verirse yapardı. Bir gün yolu Levent sırtlarındaki bir golf sahasına düştü.
Burası, o zamanlar İngilizlerin idaresindeydi. İstanbul'un dışı sayılırdı. Şehirden uzak bomboş araziler arasında yeşil bir alan gibi dururdu.
Ahmet'i, burada getir götür işlerine verdiler önce.
Golfçülerin çantalarını taşıyacaktı. Ama o çantalar ağır ve sapları uzundu; Ahmet'inse boyu kısa ve yeteri kadar da güçlü değildi. Görevli bunu fark edince onu iç hizmetlere aldı: temizlik, ayakkabı boyama, ütü yapma, yerlerin paspaslanması...
Ahmet, ne iş verirlerse usanmadan yapan çalışkan ve güvenilir bir gençti. Zamanla oranın bir parçası haline geldi.
Yıllar geçti, Ahmet artık orada herkesin tanıdığı, sevdiği biriydi.
Bir mayıs günüydü. Hava gayet güzel ve sıcaktı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o gün Atlı Spor Kulübü’ne gitmek üzere yola çıktı. Lincoln marka arabasıyla, Büyükdere’nin iki yanında çınar ağaçları olan tek şeritli asfalt yolunda ilerliyordu. (Günümüzde Büyükdere asfaltına paralel olan yol.)
Tam Levent sırtlarına geldiklerinde gökyüzü bir anda karardı. Bardaktan boşalırcasına yağmur başladı. Ne yazık ki arabanın açık olan tavanı arızalanmış ve kapanmaz olmuştu. Etrafta sığınacak bir yer yoktu. Zira o yıllarda Levent’te yeterince şehirleşme olmadığından boş araziler çoktu.
Şoför ne yapacağını bilemedi. İleride o zamanlar İngilizlere ait olan golf sahasının kapısını gördü ve aracı hemen içeri sürdü.
Arabadan inen Atatürk'ün saçları ve omuzları sırılsıklam olmuştu. İçeri koştular. Görevliler panik içerisinde kurulanacak bir şeyler getirdi.
İngiliz komutan Ahmet'e dönüp fısıldadı:
-Paşaya ne ikram edeceğimizi sor.
Ahmet'in dizlerinin bağı çözüldü o an.
-Ben Gazi Paşa'nın huzuruna nasıl çıkarım? dedi. Sessizce.
Ama çıkmak zorundaydı. Titreyerek yaklaştı, başını eğerek sordu: - Paşam ne içersiniz?
Atatürk, hafifçe tebessüm etti.
-Üşüdük biraz... Çay ve konyak iyi gelir. Dedi.
İkram yapıldı, herkes sakinleşti. Yağmur dinmişti. Paşa kalkmaya hazırlanırken göz ucuyla Ahmet'e baktı.
-Sen ne iş yapıyorsun burada evladım?
Ahmet duraksamadan yanıtladı:
-Çay yaparım, ayakkabı boyarım, ütü yaparım, buranın temizliğini yaparım Paşam.
Atatürk bir süre düşündü, sonra o masmavi gözlerini Ahmet'e dikerek yavaş yavaş konuştu:
- Oğlum... Sen bu golf işini iyi öğren. Bunlar (İngilizler) burada bizim misafirimiz, yakında gidecekler, sen kalacaksın. Bu işi milletine sen öğret.
O gün Ahmet'in hayatı değişti. Artık orada çalışan biri değil, bu işi öğrenmekle görevlendirilmiş bir adamdı. Paşa'nın emri, onun için bir yemin gibiydi. Ahmet orada tam 57 yıl çalıştı. Ve oğlu Yusuf'u da golf hocası olarak yetiştirdi.
Yusuf da yıllarca golf hocalığı yaptı. Yusuf bir gün bir Amerikalı misafirden teklif aldı: -Gel seni Amerika'ya götüreyim, orada hocalık yaparsın.
Yusuf heyecanla babasına koştu:
-Baba, dedi. Amerika'ya gitmek istiyorum, fırsat bu fırsat.
Ahmet, bir an sustu. Sonra başını kaldırıp oğluna baktı:
- Gazi Paşa'nın buraya geldiğini ve bana ne dediğini sana anlatmıştım değil mi oğlum?
-Evet baba anlatmıştın.
-Gazi Paşa bize ne görevi verdi? Bu memlekete bu işi sen öğreteceksin, demedi mi?
Yusuf başını eğdi.
Baba sözünü bitirdi:
- Gidip gitmemek senin kararın olacak... Ama unutma, bu yalnızca bir meslek değil. Bu bir emanettir.
Kaynak: Merhum Ahmet Güllüel'in oğlu Yusuf Güllüel. Fahrettin Alay
Yorumlar
Kalan Karakter: