” Kur’an-ı Kerim’in gerçek müfessirleri olan Ehl-i beyt imamlarının
altıncısı, Mezhep reislerinin Üstadı Resulullah’ın ilminin varisi İmam
Cafer Sadık (a.s) ayetinde tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin
olsun ki, onların amelleri bembeyaz kumaştan daha beyazdı (namaz kılar,
oruç tutar ve benzeri iyi işler yaparlardı) ama kendilerine bir haram
sunulunca haramı işlemeden geri durmazlardı” Kafi c.2, s.81
İmam Hüseyin (a.s) Kerbela’da Ömer-i Sa’d ve askerleri ile defalarca konuşup onları ikna etmeye çalıştı, kendilerine hücceti tamamladı hiçbir mazeret bırakmadığı halde yine de İmam (a.s) ile savaşmadan vazgeçmediler. Daha sonra Allah’ın hücceti şöyle buyurdu: “Muaviye bunlara haram yedirmiştir, bunların karınları haramla dolu olduğu müddetçe söz tesir etmez.” Böylece haram yemeleri, haramdan çekinmemeleri kendilerinin de kabul edip taharetine inandıkları, kendi peygamberlerinin torununu katlederek ebedi cehennemi boyladılar.
Şam’da da aynı olay yaşandı, Peygamber evlatlarını esir olarak Emevi camisine getirdiklerinde kalmadık hakaretleri yaptıktan sonra, Muaviye’nin oğlu Yezit (Allah ikisine de lanet etsin) yanındakilere dönerek bunları ne yapalım? diye sordu. Yanındakiler, hepsini öldür gitsin dediler.!
Kerbela çocukları arasında olan İmam Muhammed Bakır (a.s) beş yaşlarında idi. Ayağa kalkıp Yezit ve yalakalarına şöyle dedi:” Yezit senin yardımcıların insafla hüküm vermediler! Fir’avn’un yanındakiler bunlardan daha insaflı hüküm verdiler. Hz. Musa ve kardeşi Harun (a.s) Fir’avn’a gelip İlahi görevlerini bildirip onları Allah’a inanmaya davet ettiklerinde, Fir’avn yakınlarına bunları ne yapalım? diye sorduğunda, şimdilik kendi hallerine bırak daha sonra haklarında adil bir şekilde karar verirsin dediler.” Onlar haram yememişlerdi onun için adaletli karar verdiler. Ama senin yanındakiler haram yedikleri için insaf dışı karar verdiler.
Ayeti Kerime’ye göre haram amelleri çürüten yok eden, insanı felaketi götüren ana unsurdur. Haram lokma ve haram yeme insanın adaletle karar vermesini engelleyip, haktan uzaklaştırdığı gibi geçmişte yaptığı iyi ve güzel işleri de yok etmektedir. Bakın ayette “savrulmuş toz”dan bahsetmektedir.
Demek ki bir şey vardı, hem de yararlıydı ama sanki ona ateş verip yaktın. Doğal olarak da böyledir, her şeyin özellikle de çok değerli olan şeylerin afet ve belası daha büyüktür.
Bizler değerli eşyalarımızı korumada çok akıllıca davranır tedbir alır, sigortalarız. Güzel ameller ise bizim en değerli ve asla bizden ayrılmayan varlığımızdır, bu konuyla ilgili efendimizden (s.a.a) çok kapsamlı hadis vardır, ben bize yararlı olan ve konumuzla ilgili bölümünü aktarayım.
Bir Müslüman vefat ettiğinde dünyasının son, ahiretinin ilk anları olan ölüm anında tabi bunu herkes yaşayacak ve görecektir, ama Vakıa Süresi’nde geçtiği gibi biz can veren kimseye bakar ama görmeyiz.
İnsanın malı kendisine sunulur! Malına der ki ben seni kazanmak için nice zahmetlere katlanmadım, nice vaktimi sarf etmedim, rahatımı terk etmedim, uykusuz kalmadım aç kalmadım susuz kalmadım ki, şimdi bana senin yardımın ve arkadaşlığın ne olacak? Mal kendisine der ki benden sana ancak bir kefen yetişir başka da bir şey bekleme! Ailesi ve çocukları kendisine sunulur; onlar der ki: Siz rahat edesiniz diye ben gecemi gündüzüme kattım, .alıştım çabaladım, yemedim, içmedim hep size yedirdim, siz rahat edesiniz diye kendi rahatlığımdan geçtim, şimdi bana nasıl yardımda bulunacaksınız? Kendisine denilecek ki: Biz seni kabrine kadar taşıyacağız, kabre koyup defnedeceğiz bizim sana yapacağımız arkadaşlık ancak budur. Daha sonra ameli kendisine gelecek eğer hayır amel ise çok güzel sevimli, arkadaşlığı zevk verici, insanın üzüntüsünü gideren, onunla olduğu müddet içerisinde hiçbir acı ve kederi hissetmeyecek şekilde sevimli bir şahıs olarak kendisine gelecek. Sen kimsin? Diye soracak, ben senin hayır amelinim kebirde, barzehde ve kıyamet günü rabbimiz her şeyi dirilteceği gün hep beraber olacağız. Bu sırada başlarının üzerinden cennete doğru bir kapı açılacak oraya gidecekler.
Eğer ameli şer ve kötü ise insan gördüğünde korkan, arkadaşlığına asla tahammül edilmeyen, onula olmak çile sayılan korkunç bir yaratık kendisine gelecek, sen kimsin? Diyecek! Ben senin amelinim artık beraberiz asla birbirimizden ayrılmayacağız.
Dert keder hüzün basar, ayaklarının altından cehenneme bir kapı açılır, korkudan bayılır uyandığında kendisini cehennemin dibinde bulur, buradan asla çıkamayacağını bilmesi acısına acı katar.
İşte insanın gerçek dostu ve arkadaşı kendi amelidir, bunu anlama ve kavrama çok basittir.
Bakın insanın eşi çocuklar, malı ve serveti öldüğünde bu dünyada kalır ama ilim, bilgi ve becerisi kimseye miras olarak kalmaz kendisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Öyleyse amel etmeyenin hemen amel etmeye koyulması, amel eden kimsenin ise bu amelini koruması için çaba sarf etmelidir. Önüne gelen haramı fırsat bilmemeli belki ateş olup bunun canını yakacağını fark etmelidir. Allah tebarek ve teala bizleri helalı ile haramlarından, itaatı ile masiyetinden gani etsin. Amin Arslan BAŞARAN Iğdır Söğütlü Mah. Camii Hocası
İmam Hüseyin (a.s) Kerbela’da Ömer-i Sa’d ve askerleri ile defalarca konuşup onları ikna etmeye çalıştı, kendilerine hücceti tamamladı hiçbir mazeret bırakmadığı halde yine de İmam (a.s) ile savaşmadan vazgeçmediler. Daha sonra Allah’ın hücceti şöyle buyurdu: “Muaviye bunlara haram yedirmiştir, bunların karınları haramla dolu olduğu müddetçe söz tesir etmez.” Böylece haram yemeleri, haramdan çekinmemeleri kendilerinin de kabul edip taharetine inandıkları, kendi peygamberlerinin torununu katlederek ebedi cehennemi boyladılar.
Şam’da da aynı olay yaşandı, Peygamber evlatlarını esir olarak Emevi camisine getirdiklerinde kalmadık hakaretleri yaptıktan sonra, Muaviye’nin oğlu Yezit (Allah ikisine de lanet etsin) yanındakilere dönerek bunları ne yapalım? diye sordu. Yanındakiler, hepsini öldür gitsin dediler.!
Kerbela çocukları arasında olan İmam Muhammed Bakır (a.s) beş yaşlarında idi. Ayağa kalkıp Yezit ve yalakalarına şöyle dedi:” Yezit senin yardımcıların insafla hüküm vermediler! Fir’avn’un yanındakiler bunlardan daha insaflı hüküm verdiler. Hz. Musa ve kardeşi Harun (a.s) Fir’avn’a gelip İlahi görevlerini bildirip onları Allah’a inanmaya davet ettiklerinde, Fir’avn yakınlarına bunları ne yapalım? diye sorduğunda, şimdilik kendi hallerine bırak daha sonra haklarında adil bir şekilde karar verirsin dediler.” Onlar haram yememişlerdi onun için adaletli karar verdiler. Ama senin yanındakiler haram yedikleri için insaf dışı karar verdiler.
Ayeti Kerime’ye göre haram amelleri çürüten yok eden, insanı felaketi götüren ana unsurdur. Haram lokma ve haram yeme insanın adaletle karar vermesini engelleyip, haktan uzaklaştırdığı gibi geçmişte yaptığı iyi ve güzel işleri de yok etmektedir. Bakın ayette “savrulmuş toz”dan bahsetmektedir.
Demek ki bir şey vardı, hem de yararlıydı ama sanki ona ateş verip yaktın. Doğal olarak da böyledir, her şeyin özellikle de çok değerli olan şeylerin afet ve belası daha büyüktür.
Bizler değerli eşyalarımızı korumada çok akıllıca davranır tedbir alır, sigortalarız. Güzel ameller ise bizim en değerli ve asla bizden ayrılmayan varlığımızdır, bu konuyla ilgili efendimizden (s.a.a) çok kapsamlı hadis vardır, ben bize yararlı olan ve konumuzla ilgili bölümünü aktarayım.
Bir Müslüman vefat ettiğinde dünyasının son, ahiretinin ilk anları olan ölüm anında tabi bunu herkes yaşayacak ve görecektir, ama Vakıa Süresi’nde geçtiği gibi biz can veren kimseye bakar ama görmeyiz.
İnsanın malı kendisine sunulur! Malına der ki ben seni kazanmak için nice zahmetlere katlanmadım, nice vaktimi sarf etmedim, rahatımı terk etmedim, uykusuz kalmadım aç kalmadım susuz kalmadım ki, şimdi bana senin yardımın ve arkadaşlığın ne olacak? Mal kendisine der ki benden sana ancak bir kefen yetişir başka da bir şey bekleme! Ailesi ve çocukları kendisine sunulur; onlar der ki: Siz rahat edesiniz diye ben gecemi gündüzüme kattım, .alıştım çabaladım, yemedim, içmedim hep size yedirdim, siz rahat edesiniz diye kendi rahatlığımdan geçtim, şimdi bana nasıl yardımda bulunacaksınız? Kendisine denilecek ki: Biz seni kabrine kadar taşıyacağız, kabre koyup defnedeceğiz bizim sana yapacağımız arkadaşlık ancak budur. Daha sonra ameli kendisine gelecek eğer hayır amel ise çok güzel sevimli, arkadaşlığı zevk verici, insanın üzüntüsünü gideren, onunla olduğu müddet içerisinde hiçbir acı ve kederi hissetmeyecek şekilde sevimli bir şahıs olarak kendisine gelecek. Sen kimsin? Diye soracak, ben senin hayır amelinim kebirde, barzehde ve kıyamet günü rabbimiz her şeyi dirilteceği gün hep beraber olacağız. Bu sırada başlarının üzerinden cennete doğru bir kapı açılacak oraya gidecekler.
Eğer ameli şer ve kötü ise insan gördüğünde korkan, arkadaşlığına asla tahammül edilmeyen, onula olmak çile sayılan korkunç bir yaratık kendisine gelecek, sen kimsin? Diyecek! Ben senin amelinim artık beraberiz asla birbirimizden ayrılmayacağız.
Dert keder hüzün basar, ayaklarının altından cehenneme bir kapı açılır, korkudan bayılır uyandığında kendisini cehennemin dibinde bulur, buradan asla çıkamayacağını bilmesi acısına acı katar.
İşte insanın gerçek dostu ve arkadaşı kendi amelidir, bunu anlama ve kavrama çok basittir.
Bakın insanın eşi çocuklar, malı ve serveti öldüğünde bu dünyada kalır ama ilim, bilgi ve becerisi kimseye miras olarak kalmaz kendisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Öyleyse amel etmeyenin hemen amel etmeye koyulması, amel eden kimsenin ise bu amelini koruması için çaba sarf etmelidir. Önüne gelen haramı fırsat bilmemeli belki ateş olup bunun canını yakacağını fark etmelidir. Allah tebarek ve teala bizleri helalı ile haramlarından, itaatı ile masiyetinden gani etsin. Amin Arslan BAŞARAN Iğdır Söğütlü Mah. Camii Hocası