Oldukça sabırlı bir kişiliyi vardı.Herhangi bir olay karşısında telaşa
kapılıp, hemen hüküm vermezdi.Akıllı bir insandı.Yüksek okul tahsili
görmüştü; geçmişini göz önüne alarak düşünür ve geleceğe azimle ve
kararla planlı çalışırdı. Geçmişi ile geleceği arasında uzun mesafeler
almıştı. Bugününü çok iyi düzenlediği gibi gelecek ufkunu da parlak
görüyordu. Anlayışlı, bilgili, aydın bir insandı. Neşeli, arkadaş
canlı, sözüne sohbetine dikkat ederek kimseyi incitmeden, kimsenin
onurunu kırmadan sevecen bir tavırla konuşurdu. İyilik etmeyi seven,
doğru yolu gösteren barışçı bir insandı. Daima gerçeği konuşur,
kötülükten uzak durmaya çalışır, kötü insanlarla düşüp kalkmayan,
iyileri seven bir yapısı vardı. Çok sinirlendiği zamanlarda bile
katiyen ağzından küfür çıkmayan, davasını kavga yolu ile değil,
barışçıl ve kanuni bir yolla çözmeye çalışan bir ilme sahipti. İleri
görüşlü bir insandı. Hac ibadetini tamamlamış islami bilgilere sahip,
islamın şartlarını yerine getiren, aynı zamanda çağdaş ilmi benimseyen,
çalışkan, ileri görüşlü, daima çevresini ve ekonomik iş hayatını
genişletmeye çalışan bir karakter sahibiydi.
Bence, insan; Allah'ın yarattığı canlı bir makinedir.Bir makina düşünün ki;Onu bir şoför uzun bir zaman kullanır. Sonra birgün gelirki makina yıpranır ve güçten düşer, Şoför, iş göremez hale gelen makinesini bir hurdacıya verir ve yeni bir makina edinme arayışına girer.
İşte insan da bir canlı makina timsalidir. İnsan denilen canlı makinayı yöneten şoför, uzun zaman bedensel yapıyı yönetmektedir. Bir gün gelir ki bedensel yapı ve organlar yıpranır, güçten düşerek iş göremez hale gelir. O zaman insan denilen canlı makinayı yöneten şoför, bedeni bir tarafa bırakıp kendisi yeni bir makina arayışına gider. İşte biz, bu şoföre "RUH" ismini veriyoruz.
Bugün 21 Ağustos Perşembe Haydar Gülşen'i "RUH" dediğimiz şoförü bırakıp gitti. Ruhun bıraktığı cansız makina bugün toprağa verildi. Toprağa verildiği yer: İstanbul-Yalova şehri. Haydar'ın bedeni toprağa verildi ama Haydar'ın "ruhu"; devamlı surette onu seven dostlarını ve arkadaşlarını irdelemekte ve hatıralarıyla sohbet etmeye devam etmektedir.
Dilerim Allah'tan yeri Cennet'i mekan olsun.Tüm aile efradının ve seven dost, arkadaşlarının başı sağolsun.Yüce Rabbim'den Kani kani rahmet dilerim.
Haydar Gülşen1944 yıllarında bugünkü Karakoyunlu ilçe’si “doğduğu yıllardaki Karakoyunlu Köyü’nde” ilçenin bugünkü giriş yolu üzerin de; insanı yeşillikleriyle karşılayan, Atatürk parkının hemen güney bitişiğindeki koyunlu, kuzulu, bereketli, şirin bir toplu aile içerisinde dünyaya geldi. Babasının adı: H.Kulemhüseyin Gülşen, Anasının adı: H.Şoket Gülşendir.
İlköğrenimini bu köyde tamamladı. Daha sonra Orta Okulu Iğdır’da, Lise öğrenimini Kars Alparslan Lisesinde ve yüksek öğrenimini Ankara’da Yüksek Ticaret okulunda tamamlayarak hayata atıldı.Ankara merkezde uzun yıllar; Plan Proje Başkanlığında görev yaptı. Görev süresi sonunda emekliye ayrılarak İstanbul-Yalova’ya yerleşti. Burada kendisine ev alarak iş hayatında başarılı olan esnaf ve sanatkar kardeşlerini ve yakın akrabalarını etrafına toplayarak onların iş hayatlarında başarılı olmalarına öncülük etti. Öğrencilik, memurluk ve hısım akrabalık çalışmaları başarılı geçti.
Haydar Gülşen ile beraber Karakoyunlu ilkokulu’nda öğrenim görüyorduk. Öğrenim gördüğümüz bina: Üç sınıf, bir salon, bir sütlük, bir Başöğretmen odasından ibaretti. Binanın yapısı: taşla yapılmıştır.Bu bina:Ulu Önder Atatürk’ün 1928’lerde Türk Alfabesi’nin öğrenime geçildiği yıllarda yaptırılmıştır.Bu Okul; Ulu Önder Atatürk’ün hatırasına ışık tutar. Bu okul, bizim 1955 yıllarında 4— 5.inci sınıflarda öğrenim gördüğümüz zamanları iki birleştirilmiş sınıf halin- deydi. (1.2.3)sınıflar bir arada, (4.ve5.ci)sınıflar ise bir arada öğrenim görüyorlardı. 1955 yılında Haydar Gülşen ile beraber bu binanın güneye doğru olan sınıfında okuyorduk. Dört ve beşinci sınıflar bir arada karşılıklı sıralarda öğrenim görüyorduk. Bu yıllarda Haydar Gülşen 4.cü sınıfta, ben ise 5.ci sınıfta idim. Bu bina halen sapasağlam durarak buradaki halka hizmet vermeye devam etmektedir.
Bu yıllardaki bir çocukluk hatıramıza deyineceğim: Okulumuzun bir Başöğretmeni vardı. Adı: Orhan Özyurt’tu. Hem Başöğretmen olarak okul yöneticisi, hemde sınıf öğretmenliğine bakıyordu. Köyün sevgisini, saygısını kazanmış, her dara düşenin akıl danışmanı ve bilgi öğrendiği bir öğreticiydi.
Bu yıllarda Karakoyunlu’da toprağı işleyecek bir traktör yoktu. Çiftçilik; karasabanla veya tek bıçakla çalışan pullukla yapılıyordu. Köyde yapılan tarım işleri: öküz, manda, at gibi hayvan güçleriyle yürütülürdü.Tekniğe dayalı bir tarım çalışması yoktu. Bu nedenle, okulda çevreye örnek işler yapacak tarım araç-gereçleri vardı. Ayriyeten okulun bahçesinde bir dekara yakın tarım uygulama yeri vardı. Burası tek pullukla ve köyden temin edilen at ve öküzle sürülür ekime hazır hale getirilirdi. Ekseriyatla bu alan sebze ve özellikle yeşil fasülye için hazırlanır; hem öğrencilere ekim şekli öğretilir ve hemde çevreye örnek gösterilirdi.
Tarih 1954-55 yılları bir bahar mevmisimidir. Aylardan Nisan ayı başlangıcıydı. Bu alan ekim için sürülmüş, içindeki çayır köklerinin toplanması ve ayıklanması gerekiyordu. O yıllarda Haydar 4.cü sınıfta ben ise 5.ci sınıfta bir arada birleşik sınıf olarak okuyorduk. Derslerimiz tarımla ilgili olacakki, Başöğretmenimiz sayın Orhan Özyurt sınıfa girdi “Çocuklar, bugünkü dersimiz uygulama bahçesindeki çayır köklerini toplamaktır” dedi. 4.cü ve 5.ci sınıflar hepsi beraber sınıfı boşaltarak uygulama bahçesine gittik. Sürülen toprakta bulunan çayır köklerini topluyor, kucak kucak okulun bodrumuna taşıyorduk. Bu arada iş yerinin yanı başında duran sayın Başöğretmenimiz Orhan Özyurt’ta çalışmaları ayakta izliyordu. Haydar’la beraber çayır köklerini neşeli neşeli topluyor, kucağımıza alarak koşuyoruz, bodrum kata bırakıyor tekrar çayır alanına dönüyorduk. Her çayır getirişimizde Başöğretmen: ”Aferin Haydar, aferin Haydar, aferin Abdullah, der ve bizi” överdi. Başöğretmenden biraz uzaklaşınca, ben derdim: Haydar, sana iki defa aferin, dedi bana ise bir kere. Bu sefer ben senden çok toplayacağım. Hemen araziye dalar çabuk çabuk çayır köklerini toplar, koşardım. Bu sefer, yine Başöğretmen gülümseyerek; aferin Haydar, aferin Haydar, aferin Abdullah, derdi. Haydar gülerek, derdi: ”Ne kadar benden fazla toplasan yine bana senden bir fazla aferin veriyor! O zamanları bile neşeli ve dürüst çalışkanlığı ile Başöğretmenin ve arkadaşlarının sevgisini kazanan Haydar, aynı tutumunu hayatı boyunca devam ettirdi. Ruhu şad olsun.
Bundan birkaç sene önce bir ortak işimizin iyi yönde oluşmaması için bir akrabamla aramıza bir engel konuldu. Ben, bu engeli kanuni yollarla halletmeye çalışırken, okul ve çocukluk arkadaşım Haydar Gülşen geldi. Engel hakkında bilgi aldı ve şöyle dedi: ”Unutma, her şeyin bir politik nedeni vardır. ”Ben de bu engeli hem kanuni ve hem de politik yollarla hallettim.Böylece akrabamızla aramız düzelerek iyiye doğru gitmiş oldu.
Haydar Bey’in ikametgahı İstanbul-Yalovadır. Bazı yıllar ara sıra baba ocağı Iğdır’ı ziyarete gelirdi. En son olarak 2007’inin yine bu aylarında Iğdır’a gelerek okul arkadaşı olarak beni görmeye geldi. Görüştük, hal hatırdan sonra bana şöyle bir teklifte bulundu: “İki akrabamız dargındır, gidip onları barıştıralım”. Sözünü bitirince beni gülmek tuttu! Dedim ki:Sayın arkadaşım Haydar Bey, sana şu mısraları yazdım, dinler misin? Gülerek, oku dedi. Okudum;
Yıllarca öncesi dediki Haydar:
“Her şeyin politik bir nedeni var”
Ben de dedimki; politik nedenler bitmez
Fakat insan pili çabuk biter
Bitmeden pil, söyle Haydar;
Gerçek dostun, dostuna...
Daha söyleyeceği neler var..
Bunun üzerine konuştuk, gülüştük, neşelendik! Dedi: ”Öyledir bu hayat, tedbirli yürümelisin” Bu sohbet son sohbetimiz oldu. Bir daha da görüşemedik...
H.Z.Ali’nin bir sözüyle yazıma son veriyorum: Şöyle der: “Arkadaşını zorlukta, gıyabında ve ölümünden sonra korumayan dost, dost değildir.”
Haydar Gülşen, bu söze layık bir arkadaştı.Allah Ruhunu şad etsin, yeri Cennet’i mekan olsun.
Abdullah KALKAN
Emekli Öğretmen
(27 Ağustos günü ölümünün 7. günüdür.)
Bence, insan; Allah'ın yarattığı canlı bir makinedir.Bir makina düşünün ki;Onu bir şoför uzun bir zaman kullanır. Sonra birgün gelirki makina yıpranır ve güçten düşer, Şoför, iş göremez hale gelen makinesini bir hurdacıya verir ve yeni bir makina edinme arayışına girer.
İşte insan da bir canlı makina timsalidir. İnsan denilen canlı makinayı yöneten şoför, uzun zaman bedensel yapıyı yönetmektedir. Bir gün gelir ki bedensel yapı ve organlar yıpranır, güçten düşerek iş göremez hale gelir. O zaman insan denilen canlı makinayı yöneten şoför, bedeni bir tarafa bırakıp kendisi yeni bir makina arayışına gider. İşte biz, bu şoföre "RUH" ismini veriyoruz.
Bugün 21 Ağustos Perşembe Haydar Gülşen'i "RUH" dediğimiz şoförü bırakıp gitti. Ruhun bıraktığı cansız makina bugün toprağa verildi. Toprağa verildiği yer: İstanbul-Yalova şehri. Haydar'ın bedeni toprağa verildi ama Haydar'ın "ruhu"; devamlı surette onu seven dostlarını ve arkadaşlarını irdelemekte ve hatıralarıyla sohbet etmeye devam etmektedir.
Dilerim Allah'tan yeri Cennet'i mekan olsun.Tüm aile efradının ve seven dost, arkadaşlarının başı sağolsun.Yüce Rabbim'den Kani kani rahmet dilerim.
Haydar Gülşen1944 yıllarında bugünkü Karakoyunlu ilçe’si “doğduğu yıllardaki Karakoyunlu Köyü’nde” ilçenin bugünkü giriş yolu üzerin de; insanı yeşillikleriyle karşılayan, Atatürk parkının hemen güney bitişiğindeki koyunlu, kuzulu, bereketli, şirin bir toplu aile içerisinde dünyaya geldi. Babasının adı: H.Kulemhüseyin Gülşen, Anasının adı: H.Şoket Gülşendir.
İlköğrenimini bu köyde tamamladı. Daha sonra Orta Okulu Iğdır’da, Lise öğrenimini Kars Alparslan Lisesinde ve yüksek öğrenimini Ankara’da Yüksek Ticaret okulunda tamamlayarak hayata atıldı.Ankara merkezde uzun yıllar; Plan Proje Başkanlığında görev yaptı. Görev süresi sonunda emekliye ayrılarak İstanbul-Yalova’ya yerleşti. Burada kendisine ev alarak iş hayatında başarılı olan esnaf ve sanatkar kardeşlerini ve yakın akrabalarını etrafına toplayarak onların iş hayatlarında başarılı olmalarına öncülük etti. Öğrencilik, memurluk ve hısım akrabalık çalışmaları başarılı geçti.
Haydar Gülşen ile beraber Karakoyunlu ilkokulu’nda öğrenim görüyorduk. Öğrenim gördüğümüz bina: Üç sınıf, bir salon, bir sütlük, bir Başöğretmen odasından ibaretti. Binanın yapısı: taşla yapılmıştır.Bu bina:Ulu Önder Atatürk’ün 1928’lerde Türk Alfabesi’nin öğrenime geçildiği yıllarda yaptırılmıştır.Bu Okul; Ulu Önder Atatürk’ün hatırasına ışık tutar. Bu okul, bizim 1955 yıllarında 4— 5.inci sınıflarda öğrenim gördüğümüz zamanları iki birleştirilmiş sınıf halin- deydi. (1.2.3)sınıflar bir arada, (4.ve5.ci)sınıflar ise bir arada öğrenim görüyorlardı. 1955 yılında Haydar Gülşen ile beraber bu binanın güneye doğru olan sınıfında okuyorduk. Dört ve beşinci sınıflar bir arada karşılıklı sıralarda öğrenim görüyorduk. Bu yıllarda Haydar Gülşen 4.cü sınıfta, ben ise 5.ci sınıfta idim. Bu bina halen sapasağlam durarak buradaki halka hizmet vermeye devam etmektedir.
Bu yıllardaki bir çocukluk hatıramıza deyineceğim: Okulumuzun bir Başöğretmeni vardı. Adı: Orhan Özyurt’tu. Hem Başöğretmen olarak okul yöneticisi, hemde sınıf öğretmenliğine bakıyordu. Köyün sevgisini, saygısını kazanmış, her dara düşenin akıl danışmanı ve bilgi öğrendiği bir öğreticiydi.
Bu yıllarda Karakoyunlu’da toprağı işleyecek bir traktör yoktu. Çiftçilik; karasabanla veya tek bıçakla çalışan pullukla yapılıyordu. Köyde yapılan tarım işleri: öküz, manda, at gibi hayvan güçleriyle yürütülürdü.Tekniğe dayalı bir tarım çalışması yoktu. Bu nedenle, okulda çevreye örnek işler yapacak tarım araç-gereçleri vardı. Ayriyeten okulun bahçesinde bir dekara yakın tarım uygulama yeri vardı. Burası tek pullukla ve köyden temin edilen at ve öküzle sürülür ekime hazır hale getirilirdi. Ekseriyatla bu alan sebze ve özellikle yeşil fasülye için hazırlanır; hem öğrencilere ekim şekli öğretilir ve hemde çevreye örnek gösterilirdi.
Tarih 1954-55 yılları bir bahar mevmisimidir. Aylardan Nisan ayı başlangıcıydı. Bu alan ekim için sürülmüş, içindeki çayır köklerinin toplanması ve ayıklanması gerekiyordu. O yıllarda Haydar 4.cü sınıfta ben ise 5.ci sınıfta bir arada birleşik sınıf olarak okuyorduk. Derslerimiz tarımla ilgili olacakki, Başöğretmenimiz sayın Orhan Özyurt sınıfa girdi “Çocuklar, bugünkü dersimiz uygulama bahçesindeki çayır köklerini toplamaktır” dedi. 4.cü ve 5.ci sınıflar hepsi beraber sınıfı boşaltarak uygulama bahçesine gittik. Sürülen toprakta bulunan çayır köklerini topluyor, kucak kucak okulun bodrumuna taşıyorduk. Bu arada iş yerinin yanı başında duran sayın Başöğretmenimiz Orhan Özyurt’ta çalışmaları ayakta izliyordu. Haydar’la beraber çayır köklerini neşeli neşeli topluyor, kucağımıza alarak koşuyoruz, bodrum kata bırakıyor tekrar çayır alanına dönüyorduk. Her çayır getirişimizde Başöğretmen: ”Aferin Haydar, aferin Haydar, aferin Abdullah, der ve bizi” överdi. Başöğretmenden biraz uzaklaşınca, ben derdim: Haydar, sana iki defa aferin, dedi bana ise bir kere. Bu sefer ben senden çok toplayacağım. Hemen araziye dalar çabuk çabuk çayır köklerini toplar, koşardım. Bu sefer, yine Başöğretmen gülümseyerek; aferin Haydar, aferin Haydar, aferin Abdullah, derdi. Haydar gülerek, derdi: ”Ne kadar benden fazla toplasan yine bana senden bir fazla aferin veriyor! O zamanları bile neşeli ve dürüst çalışkanlığı ile Başöğretmenin ve arkadaşlarının sevgisini kazanan Haydar, aynı tutumunu hayatı boyunca devam ettirdi. Ruhu şad olsun.
Bundan birkaç sene önce bir ortak işimizin iyi yönde oluşmaması için bir akrabamla aramıza bir engel konuldu. Ben, bu engeli kanuni yollarla halletmeye çalışırken, okul ve çocukluk arkadaşım Haydar Gülşen geldi. Engel hakkında bilgi aldı ve şöyle dedi: ”Unutma, her şeyin bir politik nedeni vardır. ”Ben de bu engeli hem kanuni ve hem de politik yollarla hallettim.Böylece akrabamızla aramız düzelerek iyiye doğru gitmiş oldu.
Haydar Bey’in ikametgahı İstanbul-Yalovadır. Bazı yıllar ara sıra baba ocağı Iğdır’ı ziyarete gelirdi. En son olarak 2007’inin yine bu aylarında Iğdır’a gelerek okul arkadaşı olarak beni görmeye geldi. Görüştük, hal hatırdan sonra bana şöyle bir teklifte bulundu: “İki akrabamız dargındır, gidip onları barıştıralım”. Sözünü bitirince beni gülmek tuttu! Dedim ki:Sayın arkadaşım Haydar Bey, sana şu mısraları yazdım, dinler misin? Gülerek, oku dedi. Okudum;
Yıllarca öncesi dediki Haydar:
“Her şeyin politik bir nedeni var”
Ben de dedimki; politik nedenler bitmez
Fakat insan pili çabuk biter
Bitmeden pil, söyle Haydar;
Gerçek dostun, dostuna...
Daha söyleyeceği neler var..
Bunun üzerine konuştuk, gülüştük, neşelendik! Dedi: ”Öyledir bu hayat, tedbirli yürümelisin” Bu sohbet son sohbetimiz oldu. Bir daha da görüşemedik...
H.Z.Ali’nin bir sözüyle yazıma son veriyorum: Şöyle der: “Arkadaşını zorlukta, gıyabında ve ölümünden sonra korumayan dost, dost değildir.”
Haydar Gülşen, bu söze layık bir arkadaştı.Allah Ruhunu şad etsin, yeri Cennet’i mekan olsun.
Abdullah KALKAN
Emekli Öğretmen
(27 Ağustos günü ölümünün 7. günüdür.)