Görüş ve önerilerde İlimizde kadınların karşılaştıkları sorunlarda resmi nikâhsız evlilikler, Çok eşlilik, aile içi cinsel istismar, aile planlaması eksikliği, şiddet uygulama, eğitimsiz bırakılma gibi konular ön plana çıktı.
Çözüm önerilerinde ise ilimiz Valiliği tarafından “Resmi nikâh başlatma” kampanyası düzenlenerek resmi nikâhsız eşlerin resmi nikâha kavuşturulmaları, bir kadın sığınma evinin ilimize yapılması, İmamların resmi nikâhı olmayan çiftlerin nikâhını kıymamaları, kadına yönelik eğitim kampanyalarının düzenlenmesi talepleri yer aldı.
Mart 2010 Iğdır küçük Millet Meclisi (IkMM) Forumunda, Av. Dilek Sağban’ın sunumuyla “İlimizde Kadınların karşılaştıkları sorunlar ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” başlıklı yerel konu ele alınırken Av Yusuf Aslan’ın sunumuyla da “Ordu ve yargının politik yaşamımızdaki yeri nedir? Ne olmalıdır?” başlıklı genel konu ele alındı. Toplantının açılış konuşmasını yapan Iğdır Küçük Millet Meclisi Forumu temsilcisi Murat Akkuş TkMM’ler hakkında yaptığı kısa konuşmadan sonra her toplantıda bir sivil toplum örgütü temsilcisinin platformu yönetmesi kuralına binaen Mimarlar Odasından Iğdır eski belediye başkanı mimar Orhan Ağırkaya’yı oturumu idare etmesi için divana davet edildi.
Iğdır temsilciliğini Doğuş Gazetesi sahibi Murat Akkuş’un yaptığı Iğdır küçük Millet Meclisi (IkMM) Iğdır forumunun Mart ayı toplantısı 06 Mart 2010 Cumartesi günü saat 13.00’da Iğdır Sanayi ve Ticaret Odası meclis salonunda gerçekleştirildi.
Orhan Ağırkaya’nın yönettiği IkMM forumu Mart ayı toplantısına şu isimler iştirak etti: İsa Bilir (İşçi emeklileri Derneği), Orhan Ağırkaya (Mimarlar odası), Ziyat Ali Deliktaş İ(Ak Parti Karakoyunlu İlçe Belediye Başkanı), Av. Yusuf Aslan (Iğdır Barosu), Emine Çankaya (CHP Melekli Belde Belediye Başkanı), Mücahit Yalçın (Ülkü Ocakları Başkanı), Mehmet Nuri Babar (Aralık Kooperatif Başkanı) Ömer Koşik (KESK Haber-Sen), Dr. Taner Başaran (Diş Hekimleri Odası Iğdır Temsilcisi), İsmet Tağal (Gaziler Derneği Başkanı), Av. Dilek Sağban (Iğdır Barosu Kadın Komisyonu Başkanı), Şirin Şeylan (Öğrenci Temsilcisi), Zehra Akay (Yeşil Iğdır Bedensel Engelliler Derneği-DSP Kadın Kolları Başkanı), Yaşar Dönmez (İhracatçı), Murat Yikit, Haşim Kaya, Nihat Akkuş, Sünbül Mengi, Murat Akkuş (IkMM il Temsilcisi) ile basın mensupları ve vatandaşlar katıldılar.
Daha sonra ilk konu olarak “İlimizde Kadınların karşılaştıkları sorunlar ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” başlıklı yerel konu ele alındı. Iğdır Barosu Kadın Komisyonu başkanı Av. Dilek Sağban bu konuda yaptığı sunumda şunları söyledi:
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihlerde fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Kadınlar Günü" kutlanmaya başlandı.
Ülkemizde ve dünyada Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur. Tahminlere göre 113 ile 200 milyon arasında kadın demografik olarak “kayıp” (yok) görünmektedir. Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi) ya da erkek kardeşleri ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır. Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasındadır.
Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyar dolardır. Küresel olarak, on beş ile kırk beş yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır. En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış). Genellikle, suistimal eden kişi aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kimsedir.
Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suistimal şeklidir. Dinsel, kültürel vb. nedenlerle yılda iki milyondan fazla kız çocuğunun genital organlarına hasar verilmektedir (kadın sünneti). Bu oran, 15 saniyede bir kız çocuğudur. Sistematik tecavüz yeryüzündeki birçok çatışmalarda bir terör silahı olarak kullanılmaktadır. Ruanda soykırımı (1994) esnasında 250.000 ila 500.000 kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir. Araştırmalar, kadına karşı şiddet ile HIV virüsü arasında yükselen bağlantıyı göstermekte ve HIV bulaşmış kadınların daha fazla şiddete maruz kaldıklarını, şiddet kurbanlarının da HIV bulaşma risklerinin daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Görüş ve önerilerde İlimizde kadınların karşılaştıkları sorunlarda resmi nikâhsız evlilikler, Çok eşlilik, aile içi cinsel istismar, aile planlaması eksikliği, şiddet uygulama, eğitimsiz bırakılma gibi konular ön plana çıktı.
Çözüm önerilerinde ise ilimiz Valiliği tarafından “Resmi nikâh başlatma” kampanyası düzenlenerek resmi nikâhsız eşlerin resmi nikâha kavuşturulmaları, bir kadın sığınma evinin ilimize yapılması, İmaların resmi nikâhı olmayan çiftlerin nikâhını kıymamaları, kadın yönelik eğitim kampanyalarının düzenlenmesi talepleri yer aldı.
Av. Yusuf Aslan: “Halkın benimsediği sivil demokratik ve özgürlükçü bir anayasa ülkemizin önünü açacaktır” dedi.
Daha sonra “Ordu ve yargının politik yaşamımızdaki yeri nedir? Ne olmalıdır?” başlıklı genel konu ele alındı. Bu konuda geniş çaplı bir sunum yapan Iğdır barosu Avukatlarından Av. Yusuf Aslan’ın konuşması dinlendi. Av Aslan özetle şunları ifade etti: “Geçmişte yaşanan müdahaleler neticesiyle ülkemizde yasama, yürütme ve yargıdan sonra silahlı kuvvetlerin bir dördüncü erk olarak algılanması yanlışı ister istemez zihinlerde yer edinmiştir. Oysaki demokrasilerde ve yasalarda bu böyle değildir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Yüksek Askeri Şura kararlarının tartışılmaz oluşu ve itiraza mahal verilmeyerek sorgulanamamasını da bir hukukçu olarak yanlış buluyorum. Bu kurumların yanlış karar verme durumları da söz konusu olabilir bu nedenle itiraza ve muhakeme edilmeye açık kurumlar haline getirilmelidirler diye düşünüyorum. Ordunun politik yaşamda yer bulması demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerde mümkün değildir. Ordu bir ülkenin savunma gücüdür. Ülkeye bir iç ve dış tehdit vuku bulduğunda göreve çağırılır. Bunun dışındaki ordu müdahalelerin olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Ordu ve yargı politikadan ve politik yaşamımızdan tamamen uzak olması gereken kurumlardır. Çünkü görev alanları bellidir.
Bence 367 ayıbının yaşandığı ülkemizde ordunun görev alanının dışındaki mecralarda rol alması ne kadar yanlışsa, yargının hukuku kötüye kullanması da o derece yanlıştır. Tüm sorunların çözüm yeri TBMM olmalıdır. Ülkeyi seçilmişler yönetmelidir. Türban ve katsayı konularında verilen kararları bir hukukçu olarak hukuken olumlu ve doğru bulmuyorum. Ülkemizde bir anayasa değişikliğine ihtiyaç vardır. Bu değişiklik yapılırken mutlaka halkoyuna sunulması kanımca daha doğru olacaktır. Halkın benimsediği sivil demokratik ve özgürlükçü bir anayasa ülkemizin önünü açacaktır”