Muhterem okurlarım: Bireyin kendisine, ailesine ve milletine
yararlı bir kişi olarak yetişmesi, milletlerin çağdaş uygarlık yarışı
dışında kalmaması, onun tüm imkanlarına sahip olabilmesi ve
insanlığın mutluluğu için biz eğitimcilere düşen sorumlulukların
bilincinde olarak çağdaş gelişme, milli kalkınma ve demokrasi için
eğitimin inkar edilemeyen gücünün ve fonksiyonunun en etkin bir biçimde
realize edilmesi, sahip olunan imkan ve kaynakların en verimli şekilde
kullanılması, yeni imkanlar bulunması, milli eğitim sistemimizin
dinamik bir yapıya ve işleyişe kavuşturulması için yoğun çaba
göstermeliyiz.
Kabul edildiği üzere, her şeyden önce eğitimimiz “milli” olacaktır. Milli benliği muhafaza etmek, milli kişiliği geliştirmek çağdaşlıktan uzaklaşmak değil, aksine, insanlığın binlerce yıldan beri yaşatarak bugüne getirdiği farklı kültür değerlerini ve ulusal zenginlikleri çağdaş uygarlığı oluşturan bir unsur ve zenginlik saymak gerekir.
Bu bakımdan, Türkiye, milli eğitimdeki bilinçli uygulamalarıyla milli benliğini koruyup yüceltecek, çağdaş uygarlığın sadece bir üyesi değil, buna ve insanlık idealine en büyük katkıyı sağlayacak bir ülke olmalıdır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Uygarlık yolunda yürümek ve başarmak hayat şartıdır. Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar, uygarlığın coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar” derken, uygarlık yarışından kopmamanın hayati önemini işaret etmektedir.
Bunun için, çocuklarımızı çağdaş bilgilerle donatarak ve onları en yüksek niteliklere sahip kılarak, ülkesini, insanını seven, vatanını, tarihini seven, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün bilincine varmış, Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsemiş ve O’nun aydınlık yolunda yürüyen kişiler olarak yetiştirme başlıca amacımız olmalıdır.
Amacımıza ulaşmaya çalışırken, gençlerimizi yaşadığımız çağın “öğrenen toplumunda yaşayacak ve onun oluşumuna aktif katılımda bulunacak bireyler olarak yetiştirme sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz.
Bu sebeple, okulu, çocuklarımızın şevkle devam ettiği kurum haline getirmek, müfredat programlarını öğrencilerin kapasiteleri oranında faydalanabilecekleri esnek bir yapıya kavuşturup onların öğrenme motivasyonunu yükseltecek şekilde geliştirmek, böylece herkesin hayat boyu öğrenmeyi sürdürecek sağlam bir temel kazanmasını sağlamak, eğitim niteliğini yükseltmeğe yönelik çalışmalarımız öncelikli amacımız olmalıdır.
Küreselleşme ve globalleşme eğiliminin giderek yükseldiği ve bilginin hızla arttığı dünyamızda, gençlerimizi gelişen ülkelerle kıyasıya rekabet edecek yeteneklere sahip kılmayı amaçlayan okul, doğruluğu ve faydası ne kadar süreceği belli olmayan bilgileri öğrencilerine aktararak fonksiyonunu yerine getirmiş sayılmaz.
Eğer öğrencimize öğrenmeği sevdiremez, öğrendiğini hayata geçirmeği kavratamazsak eğitim adına yaptıklarımızın fazla bir anlamı olmayacaktır. Özlediğimiz okul, öğrencisine öğrenmeyi ve öğrendiğini hayata geçirmeği kavratan okuldur. Aksi taktirde sınıfta verilen kuru bilgiler yaşam süreci içerisinde unutulmaya mahkum kelime yığınından öteye geçemez.
Düşünen, araştıran, sorgulayan, bilgiyi arayan ve ona ulaşma yollarını bilen, bilgiyi kullanan, kendisiyle çevresiyle barışık, imkânsızlıklardan yılmayan, imkânsızlıklar karşısında pes etmeyerek imkânlar yaratmak için çaba harcayan, karşısına çıkan problemleri çözmek konusunda öz güveni olan bireyler yetiştirmek okullarımızın temel amacı olmalıdır.
Eğitim kurumlarımız, eğitim ve öğretim’i bir birini tamamlayan bir birinin mütemmim cüz’ü olarak kabul etmelidirler. Yalnız şunu da unutmamak lazımdır ki: Eğitim ve öğretim, sadece okulda cereyan eden bir olgu değildir. Bu etkinlik, ailede başlayan, toplumda süren ve okuldaki, sınıftaki etkinliklerle tamamlanan bir süreçtir.
Eğitimin başladığı ve en başarılı olduğu yer ailedir. Aile ortamının eğitimdeki bu üstün gücünü öğrencinin daha iyi eğitilmesinde faydalanılacak en iyi zemin olarak kullanabilmeli, bu amaçla okul-aile-çevre iş birliğini geliştirmeliyiz. Çocuğun tüm hayatını etkileyen zekâ gelişiminin en önemli safhası olan ve kişiliğinin asıl oluştuğu bu yılları iyi değerlendirmek, millet hayatımız bakımından büyük önem ifade etmektedir.
Bu gün ülkemizde sık rastladığımız ve vicdanlı yürekleri sızlatan sokak çocukları, tinerciler, kapkaççılar, uyuşturucu müptelası gençlerimizin başlıca sorumluları yukarıda önemini izaha çalıştığım, aile, çevre ve okullarımız gibi kutsal müesseselerin koordinasyon eksikliğinden kaynaklandığı üzerinde ısrarla durulması gereken hususların
başında gelmektedir. Anne kucağında verilen yanlış eğitim, çevrede beslenmekte, okul ortamında yayılma zemini bulmaktadır. Buradan baba ve annelere seslenmek istiyorum: Anne, baba olarak çocuğunun kolundan tutup okula götürerek “Al öğretmenim bu çocuğun eti senin kemiği benim yeter ki bunu okut adam et” deme çağı çoktan geçmiştir. Şimdi çocuklarımızı bekleyen hayat çok sofistike bir görünüm arz etmektedir . Her adım başı, onların genç beyinlerini çalarak onları kötülüklere sürüklemek isteyen tuzaklarla doludur. Onun için tüm sorumlulukları okulun ve öğretmenin üzerine atmak ebeveyn olarak sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey değildir. Ana – baba olarak çocuğunun eğitimi konusunda öğretmeni ve okul yöneticileriyle sürekli ilişki kurmalı ve danışmalıdır.
İlkokulda kısmen tatminkâr olan veli ilgisinin diğer öğrenim kademelerinde zayıfladığı, hatta hat ta koptuğu bilinen bir gerçektir. Bu kopukluğun giderilmesi için çaba gösterilmelidir. Okul yönetimi ve öğretmenler de bu işbirliğinin daha da gelişmesine çalışmalıdırlar.
Bir eğitimci olarak en büyük temennim okulun soyut yapıdan kurtarılarak “çevrenin okulu” kimliğini kazanmış etkili bir kurum haline dönüşmesi, öğretmenin ise görevi sınıftaki dört duvar arasında bitmemeli. Tüm yaşamı boyunca kendisini örnek alan öğrencilerine örnek olacak bir davranış içinde olmalıdır. Bu babada haddim olmayarak meslektaşlarıma sesleniyorum “ Kul hatasız olmaz diyorlar ama bence öğretmen hatasız olmaya gayret göstermelidir. Çünkü öğretmenin hatası kendisine münhasır kalmıyor onu örnek alan insanlarda olumsuz olarak yansıyor diyerek sözlerime son verirken bu güne kadar görevi başında hunharca katledilerek şahadet mertebesine ulaşan meslektaşlarıma tanrıdan rahmet diler başta başöğretmen Musfa Kemal Atatürk olmak üzere hepsinin aziz ruhları önünde saygıyla eğilir, tüm eğitim camiasına çalışmalarında başarılar dilerim. 20/09/2010
Kamil TAŞKIN
(Emekli öğretmen)
Kabul edildiği üzere, her şeyden önce eğitimimiz “milli” olacaktır. Milli benliği muhafaza etmek, milli kişiliği geliştirmek çağdaşlıktan uzaklaşmak değil, aksine, insanlığın binlerce yıldan beri yaşatarak bugüne getirdiği farklı kültür değerlerini ve ulusal zenginlikleri çağdaş uygarlığı oluşturan bir unsur ve zenginlik saymak gerekir.
Bu bakımdan, Türkiye, milli eğitimdeki bilinçli uygulamalarıyla milli benliğini koruyup yüceltecek, çağdaş uygarlığın sadece bir üyesi değil, buna ve insanlık idealine en büyük katkıyı sağlayacak bir ülke olmalıdır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Uygarlık yolunda yürümek ve başarmak hayat şartıdır. Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar, uygarlığın coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar” derken, uygarlık yarışından kopmamanın hayati önemini işaret etmektedir.
Bunun için, çocuklarımızı çağdaş bilgilerle donatarak ve onları en yüksek niteliklere sahip kılarak, ülkesini, insanını seven, vatanını, tarihini seven, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün bilincine varmış, Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsemiş ve O’nun aydınlık yolunda yürüyen kişiler olarak yetiştirme başlıca amacımız olmalıdır.
Amacımıza ulaşmaya çalışırken, gençlerimizi yaşadığımız çağın “öğrenen toplumunda yaşayacak ve onun oluşumuna aktif katılımda bulunacak bireyler olarak yetiştirme sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz.
Bu sebeple, okulu, çocuklarımızın şevkle devam ettiği kurum haline getirmek, müfredat programlarını öğrencilerin kapasiteleri oranında faydalanabilecekleri esnek bir yapıya kavuşturup onların öğrenme motivasyonunu yükseltecek şekilde geliştirmek, böylece herkesin hayat boyu öğrenmeyi sürdürecek sağlam bir temel kazanmasını sağlamak, eğitim niteliğini yükseltmeğe yönelik çalışmalarımız öncelikli amacımız olmalıdır.
Küreselleşme ve globalleşme eğiliminin giderek yükseldiği ve bilginin hızla arttığı dünyamızda, gençlerimizi gelişen ülkelerle kıyasıya rekabet edecek yeteneklere sahip kılmayı amaçlayan okul, doğruluğu ve faydası ne kadar süreceği belli olmayan bilgileri öğrencilerine aktararak fonksiyonunu yerine getirmiş sayılmaz.
Eğer öğrencimize öğrenmeği sevdiremez, öğrendiğini hayata geçirmeği kavratamazsak eğitim adına yaptıklarımızın fazla bir anlamı olmayacaktır. Özlediğimiz okul, öğrencisine öğrenmeyi ve öğrendiğini hayata geçirmeği kavratan okuldur. Aksi taktirde sınıfta verilen kuru bilgiler yaşam süreci içerisinde unutulmaya mahkum kelime yığınından öteye geçemez.
Düşünen, araştıran, sorgulayan, bilgiyi arayan ve ona ulaşma yollarını bilen, bilgiyi kullanan, kendisiyle çevresiyle barışık, imkânsızlıklardan yılmayan, imkânsızlıklar karşısında pes etmeyerek imkânlar yaratmak için çaba harcayan, karşısına çıkan problemleri çözmek konusunda öz güveni olan bireyler yetiştirmek okullarımızın temel amacı olmalıdır.
Eğitim kurumlarımız, eğitim ve öğretim’i bir birini tamamlayan bir birinin mütemmim cüz’ü olarak kabul etmelidirler. Yalnız şunu da unutmamak lazımdır ki: Eğitim ve öğretim, sadece okulda cereyan eden bir olgu değildir. Bu etkinlik, ailede başlayan, toplumda süren ve okuldaki, sınıftaki etkinliklerle tamamlanan bir süreçtir.
Eğitimin başladığı ve en başarılı olduğu yer ailedir. Aile ortamının eğitimdeki bu üstün gücünü öğrencinin daha iyi eğitilmesinde faydalanılacak en iyi zemin olarak kullanabilmeli, bu amaçla okul-aile-çevre iş birliğini geliştirmeliyiz. Çocuğun tüm hayatını etkileyen zekâ gelişiminin en önemli safhası olan ve kişiliğinin asıl oluştuğu bu yılları iyi değerlendirmek, millet hayatımız bakımından büyük önem ifade etmektedir.
Bu gün ülkemizde sık rastladığımız ve vicdanlı yürekleri sızlatan sokak çocukları, tinerciler, kapkaççılar, uyuşturucu müptelası gençlerimizin başlıca sorumluları yukarıda önemini izaha çalıştığım, aile, çevre ve okullarımız gibi kutsal müesseselerin koordinasyon eksikliğinden kaynaklandığı üzerinde ısrarla durulması gereken hususların
başında gelmektedir. Anne kucağında verilen yanlış eğitim, çevrede beslenmekte, okul ortamında yayılma zemini bulmaktadır. Buradan baba ve annelere seslenmek istiyorum: Anne, baba olarak çocuğunun kolundan tutup okula götürerek “Al öğretmenim bu çocuğun eti senin kemiği benim yeter ki bunu okut adam et” deme çağı çoktan geçmiştir. Şimdi çocuklarımızı bekleyen hayat çok sofistike bir görünüm arz etmektedir . Her adım başı, onların genç beyinlerini çalarak onları kötülüklere sürüklemek isteyen tuzaklarla doludur. Onun için tüm sorumlulukları okulun ve öğretmenin üzerine atmak ebeveyn olarak sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey değildir. Ana – baba olarak çocuğunun eğitimi konusunda öğretmeni ve okul yöneticileriyle sürekli ilişki kurmalı ve danışmalıdır.
İlkokulda kısmen tatminkâr olan veli ilgisinin diğer öğrenim kademelerinde zayıfladığı, hatta hat ta koptuğu bilinen bir gerçektir. Bu kopukluğun giderilmesi için çaba gösterilmelidir. Okul yönetimi ve öğretmenler de bu işbirliğinin daha da gelişmesine çalışmalıdırlar.
Bir eğitimci olarak en büyük temennim okulun soyut yapıdan kurtarılarak “çevrenin okulu” kimliğini kazanmış etkili bir kurum haline dönüşmesi, öğretmenin ise görevi sınıftaki dört duvar arasında bitmemeli. Tüm yaşamı boyunca kendisini örnek alan öğrencilerine örnek olacak bir davranış içinde olmalıdır. Bu babada haddim olmayarak meslektaşlarıma sesleniyorum “ Kul hatasız olmaz diyorlar ama bence öğretmen hatasız olmaya gayret göstermelidir. Çünkü öğretmenin hatası kendisine münhasır kalmıyor onu örnek alan insanlarda olumsuz olarak yansıyor diyerek sözlerime son verirken bu güne kadar görevi başında hunharca katledilerek şahadet mertebesine ulaşan meslektaşlarıma tanrıdan rahmet diler başta başöğretmen Musfa Kemal Atatürk olmak üzere hepsinin aziz ruhları önünde saygıyla eğilir, tüm eğitim camiasına çalışmalarında başarılar dilerim. 20/09/2010
Kamil TAŞKIN
(Emekli öğretmen)