110 ciltlik Ansiklopedi gibi kitabının 109 cu cildini ki (toplum bilimi
hakkındadır) mütalaa ederken, gerçek ilim şehrinin kapısı hz. Ali’den
(Allah’ın selamı ona olsun) bir bölüm hadis nakletmiş onu değerli
okuyucularla paylaşmak istedim.
Yazıma başlamadan adı geçen iki büyük İslam âlimi ve taklit mercii hakkında birkaç kelime arz etmek istiyorum. Merhum Ayetullah Hücceti bir Türk âlimidir. Babalarımız O’na taklit etmişler, dini vecibelerini o büyük zatın risalesinden öğrenmiş ve amel etmişlerdir. Şimdi büyük ilim havzası mukaddes Kum şehrinde adına büyük bir ilim medresesi vardır ki yüzden fazla ülkeden ilim âşıkları orada Ehl-i beyt’e ait ilim tahsil etmede ve dünyanın en ücra köşelerine ilahi nuru yaymaktalar. Allah ruhunu şad etsin, ecdatları olan Peygamber ve O’nun pak soyu ile meşhur etsin.
Ayetullah Seyit Muhammed ŞİRAZİ (r.a) dünyaca ünlü Ayetullah Mirza-i ŞİRAZİ’nin (r.a) torunudur. Hani İran şahı İran’da tütün işletmesini İngilizlere vermiş ve kendi halkını tahkir etmişti. Zamanın taklit Mercii olan Mirza-i ŞİRAZİ (r.a) tütün içmeyi tahrim ederek İngiliz kompanilerini zarara uğratmış, böylece ülkenin istiklal ve bağımsızlığını nispeten geri almış oldu. Ayetullah Seyit Muhammed ŞİRAZİ (r.a) Âlim, Filozof, taklit mercii ve büyük bir düşünür ve binlerce kitap yazan bir dahi idi. Siyasetten Felsefeye, Fıkıhtan Kelam’a, Matematikten Astronomiye, tarihten toplumsal ilimlere her dalda kitapları insanları aydınlatmaktadır.
Ama çok teessüf ki biz Müslüman ve doğulular kendi definelerimizden habersiz, batının teknolojideki başarısı adeta bizi kör ve sağır etmiştir. Eğer kendimize dönsek ve kendi zengin kültürümüzü tanıyıp öğrensek hem dünyanın saadeti bizim olacak hem de ahiretin. Zira Allah’ın sonsuz ilmine dayalı ve bağlıdır. Sonsuz ve yanıltısız ilimle geri kalınır mı? Bu mesele maalesef İslam dünyasının en büyük derdidir. İnşallah toplum gelişip olgunlaşınca bu feyiz dolusu ilimden yararlanacaktır.
Peygamber efendimiz (Allah’ın selamı O’na ve soyuna olsun) Buyurmaktadır ki: “Ben ve Ali bu ümmetin iki babalarıyız.” Efendimizin maksadı soy olarak baba olmadığı açıktır. Maksat manevi ve ilim babalarıdır. Yani insanlığa insanlık öğretenlerdirler. Ben bu hadisin tefsirini yapma durumunda değilim, asıl sözüm ümmetin iki babasından biri olan Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı ona olsun) çocuklarına yaptığı vasiyettir. Ümmetin manevi babası kendi oğlunun adıyla tüm insanlığa özellikle de Müslümanlara en güzel, adil ve refah içerisinde yaşayabilme dersi vermektedir. Buyurmaktadır ki: “ Ey evladım nefsini kendin ile başkaları arasında ölçü kıl! Kendi nefsin için sevdiğini başkaları için de sev, kendin için sevmediğini başkaları için de sevme, zulüm yapma nasıl ki sana zulüm yapılmasını sevmezsin, iyilikte bulun, nasıl ki kendine iyilikte bulunulmayı seversin. Kendin için kötü bildiğin şeyi başkaları için de kötü bil. İnsanlardan razı ol nasıl ki onların senden razı olmalarını istiyorsun. Bilmediklerini söyleme, zaten bildiklerin ne de azdır. Kendin hakkında söylenmesini sevmediğin şeyleri başkası hakkında söyleme. Bil ki bencillik (gurur) doğrunun aksi ve aklın afetidir. Yaşantını hakkıyla çalışarak geçir, başkalarına hazine yığan olma, doğru yola hidayet olduğunda Rabbinin karşısında nihayet mütevazı ol.”
İnsanın insan gibi yaşayabilmesi için önce kendisini düzeltmesi gerekir. Kendisini düzelten insan ise elinde bulunan imkânlarını doğru olarak kullanır. Ama nefsini tezhip etmeyenler başkalarını, (yırtıcı hayvanların avlarını ganimet bildiği gibi) ganimet bilirler. İnsan başkalarıyla olan irtibatında, hadiste de geçtiği gibi kendisini başkasının yerine koyarsa ve vicdanlı olursa, hele birde herkes aynısını yaparsa işte o toplum Medine-i Fazile toplumu olur. Artık öyle bir toplumda yaşama insana zevk verir ve o toplumda insan yaşamaya doymaz.
Aslında hadisin her kelimesi bir ilim hazinesi ve uzun uzun açıklamaları istemektedir. Ancak maksadımız özet olduğu için geniş açıklamaları sonraki yazılarımda okuyacaksınız. İnşallah...
Yazıma başlamadan adı geçen iki büyük İslam âlimi ve taklit mercii hakkında birkaç kelime arz etmek istiyorum. Merhum Ayetullah Hücceti bir Türk âlimidir. Babalarımız O’na taklit etmişler, dini vecibelerini o büyük zatın risalesinden öğrenmiş ve amel etmişlerdir. Şimdi büyük ilim havzası mukaddes Kum şehrinde adına büyük bir ilim medresesi vardır ki yüzden fazla ülkeden ilim âşıkları orada Ehl-i beyt’e ait ilim tahsil etmede ve dünyanın en ücra köşelerine ilahi nuru yaymaktalar. Allah ruhunu şad etsin, ecdatları olan Peygamber ve O’nun pak soyu ile meşhur etsin.
Ayetullah Seyit Muhammed ŞİRAZİ (r.a) dünyaca ünlü Ayetullah Mirza-i ŞİRAZİ’nin (r.a) torunudur. Hani İran şahı İran’da tütün işletmesini İngilizlere vermiş ve kendi halkını tahkir etmişti. Zamanın taklit Mercii olan Mirza-i ŞİRAZİ (r.a) tütün içmeyi tahrim ederek İngiliz kompanilerini zarara uğratmış, böylece ülkenin istiklal ve bağımsızlığını nispeten geri almış oldu. Ayetullah Seyit Muhammed ŞİRAZİ (r.a) Âlim, Filozof, taklit mercii ve büyük bir düşünür ve binlerce kitap yazan bir dahi idi. Siyasetten Felsefeye, Fıkıhtan Kelam’a, Matematikten Astronomiye, tarihten toplumsal ilimlere her dalda kitapları insanları aydınlatmaktadır.
Ama çok teessüf ki biz Müslüman ve doğulular kendi definelerimizden habersiz, batının teknolojideki başarısı adeta bizi kör ve sağır etmiştir. Eğer kendimize dönsek ve kendi zengin kültürümüzü tanıyıp öğrensek hem dünyanın saadeti bizim olacak hem de ahiretin. Zira Allah’ın sonsuz ilmine dayalı ve bağlıdır. Sonsuz ve yanıltısız ilimle geri kalınır mı? Bu mesele maalesef İslam dünyasının en büyük derdidir. İnşallah toplum gelişip olgunlaşınca bu feyiz dolusu ilimden yararlanacaktır.
Peygamber efendimiz (Allah’ın selamı O’na ve soyuna olsun) Buyurmaktadır ki: “Ben ve Ali bu ümmetin iki babalarıyız.” Efendimizin maksadı soy olarak baba olmadığı açıktır. Maksat manevi ve ilim babalarıdır. Yani insanlığa insanlık öğretenlerdirler. Ben bu hadisin tefsirini yapma durumunda değilim, asıl sözüm ümmetin iki babasından biri olan Hz. Ali’nin (Allah’ın selamı ona olsun) çocuklarına yaptığı vasiyettir. Ümmetin manevi babası kendi oğlunun adıyla tüm insanlığa özellikle de Müslümanlara en güzel, adil ve refah içerisinde yaşayabilme dersi vermektedir. Buyurmaktadır ki: “ Ey evladım nefsini kendin ile başkaları arasında ölçü kıl! Kendi nefsin için sevdiğini başkaları için de sev, kendin için sevmediğini başkaları için de sevme, zulüm yapma nasıl ki sana zulüm yapılmasını sevmezsin, iyilikte bulun, nasıl ki kendine iyilikte bulunulmayı seversin. Kendin için kötü bildiğin şeyi başkaları için de kötü bil. İnsanlardan razı ol nasıl ki onların senden razı olmalarını istiyorsun. Bilmediklerini söyleme, zaten bildiklerin ne de azdır. Kendin hakkında söylenmesini sevmediğin şeyleri başkası hakkında söyleme. Bil ki bencillik (gurur) doğrunun aksi ve aklın afetidir. Yaşantını hakkıyla çalışarak geçir, başkalarına hazine yığan olma, doğru yola hidayet olduğunda Rabbinin karşısında nihayet mütevazı ol.”
İnsanın insan gibi yaşayabilmesi için önce kendisini düzeltmesi gerekir. Kendisini düzelten insan ise elinde bulunan imkânlarını doğru olarak kullanır. Ama nefsini tezhip etmeyenler başkalarını, (yırtıcı hayvanların avlarını ganimet bildiği gibi) ganimet bilirler. İnsan başkalarıyla olan irtibatında, hadiste de geçtiği gibi kendisini başkasının yerine koyarsa ve vicdanlı olursa, hele birde herkes aynısını yaparsa işte o toplum Medine-i Fazile toplumu olur. Artık öyle bir toplumda yaşama insana zevk verir ve o toplumda insan yaşamaya doymaz.
Aslında hadisin her kelimesi bir ilim hazinesi ve uzun uzun açıklamaları istemektedir. Ancak maksadımız özet olduğu için geniş açıklamaları sonraki yazılarımda okuyacaksınız. İnşallah...