Şunu ilave etmeliyim ki her aile en az 5 veya yedi kişiden oluşmakta idi. Bunların/bizim yatma yerlerimiz bir oda ve yer yatağından oluştuğundan ve ayrıca misafir gelindiğinden sürekli yedek yatak, yorgan bulundurulduğu için sabah bu döşek dediğimiz yatak ve yorganları bir araya toplayıp üzerini koruma örtüsüyle kapatacak en müsait yer yine dalan/salon/giriş idi. Yatak döşekleri genelde yünden veya bazı yerlerde pamuktan yapılma olurdu, yorganda ha keza yine yünden yapma yorganlardı. Yastıklar kaz ve benzeri kümes hayvanlarının tüyünden oluşurdu. Evde beslediğimiz kedilerimizin de uyuma yeri bu yatak, yorganların toplandığı yük yerimizin üzeri olurdu. Sürekli orayı seçerdi kediler, sıcak oluşundan olsa gerek.
Annelerimiz bu zor şartlarda ve kalabalık aile olmalarına rağmen yemekleri piştiğinde “oğul, kokusu komşuya gitmiştir, bekleyin onlara önce bir tabak yemek verip geleyim, sonra sofrayı kurar oturur, yeriz” derlerdi. Abartısız on-onbeş kişilik yer sofraları serilirdi.
Ya da komşu çocuğu gelir “anam yemek yapmamış, okuldan geldim, açım, ne yemek pişirmişsiniz, bana da verin” der oturur sofraya pişirilen yemekten nasibini alır, sağol der kalkar giderdi evlerine.
Şimdilerde çok yakınlarımızda ancak görebilmekte olduğumuz bir komşular arası birlik, dayanışma, paylaşma, sosyal ilişki kurma, yakınlaşma kültürü idi bu farkında olmadan yaptığımız işler.
Bir tabak yemek deyip küçümsediğimiz paylaşım, bir veya birkaç aileyi bir araya getirip, toplumsal bir kültürün var olmasını sağlamak, ikili aile dostluk ilişkilerinin devamını sürdürmek, belki de o gün yemek pişirmeye gücü yetmemiş bir ailenin duasını almak olmaktaydı.
Unutulmaya yüz tutan bir çok ritüellerimize baktığımızda çok küçük gördüğümüz, önemsemediğimiz, şehirleşmeyle, yozlaşmayla, kendimize yabancılaşma mızla başlamış, köklerimizden kopmamız ile bağlantılı, aslında yaşatmamız gereken kültürlerimizdir. Örnek verecek olursak kaç ailemiz çile/çille kültürümüz olan kavut (susam-buğday-nabat vs malzemesi) yapmakta veya yapılışını bilmektedir. Kosa kosa gibi çeşitli manilerle süslü oyunu seyretmiştir, veya bilmektedir. Gençlerimizden kaçı, Çille gecesi şansım açılacak mı diye suya iğne salma kültürümüzü biliyor.
Kültür bir halkın varlığının belgelerinden biridir bence. Nasıl tapunuz yoksa, mezar taşlarınız yoksa, sanat eserleriniz yoksa oralı sayılmazsınız, kültür donelerinizde kaybolmuşsa, köklerinizi yitirmiş, nereye mensup olduğunuzu yitirmeye yüz tutmuşsanız, gelecek kuşaklarınız sizin kültürünüzü bilemez, bilse de ispatı mümkün olmamaktadır. Yanından geçen insana bir merhaba demeye üşenen, yöresel tabirle erinen insanlardan kültürünü yaşatmak yerine ürkme kokusu geliyor maalesef.
Emir Şıktaş