Panelin açılış konuşmasını Iğdır Barosu Başkanı Av. Mustafa Buluş yaparak şunları söyledi. "Ülkemizde son zamanlarda en çok konuşulan ve tartışılan konuların başında hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, yeni Anayasa ve Anayasa Mahkemesi gelmektedir. Esasında tüm bu kavramlar üzerinden yapılan tartışmanın "demokrasi" tartışması olduğu çok açık değil midir? Özgürlükleri esas alan, demokratik sistemi de özgürlüklerin güvencesi olarak kurgulayan bir sistemin varlığı ve yokluğu, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ya da Anayasa Mahkemesi tartışmalarının seyrini de belirlemektedir.
Türkiye her açıdan zor bir dönemden geçmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, zor dönemden bir türlü çıkamamaktadır. Yaşadığımız sorunlar zor dönem sorunları değil, zor dönemden çıkış yönündeki toplumsal irade karşısında, bürokratik seçkinci sınıfın yarattığı zorluklardır.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin temel şaşmaz ilkesi "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir''' ilkesi olduğu halde, milletin bu egemenliğini bir türlü kullanamadığı, kullanmaya kalkıştığı her defasında, henüz demokrasiyi özümsemediği, laikliği özümsemediği ya da ülkenin bölüneceği gerekçesiyle hasır altına alındığı, kısacası Türk Ulusu egemenliğin sahibi olmakla birlikte, adeta sonsuza kadar yetersiz ve yeteneksizliğe mahkûm edildiği görülmektedir. Eğer Ulus egemenliğini kullanma ehliyetine sahip değilse, kendi içinden çıkardığı seçkinlerin de bu ehliyete sahip olmadığını kabul etmek gerekir. Eğer kendileri bu ehliyete sahip iseler, bu ulus da ehliyete sahiptir, veya onlar bu ulusa ait değildirler. Herhalde kurtuluş savaşını tüm zorluklara ve imkânsızlıklara karşın başarıyla kazanmış ve bunu tüm dünyaya kabul ettirmiş bu halkın ehliyetsiz, yetersiz ve yeteneksiz olduğunu söylemek, bu halka karşı saygısızlıktır. Her şeye ve tüm olumsuzluklara rağmen bu topraklarda barış içinde yaşama becerisini gösterebilmiş farklı etnik, dinsel, mezhepten oluşan bu halka karşı affedilmez bir saygısızlıktır"
Oturum da Konuşan Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serap Yazıcı 'Demokrasi, Hukuk Devleti ve Yargı Bağımsızlığı' konularına değinerek Türkiye'de Acil bir Anayasaya ihtiyaç olduğunu söyleyerek şöyle devam etti, "1980 yılında Turgut Özal ile başlayan Değişim ve Dönüşüm hareketi bir döneme damgasını vurmuştur. Bugün ise değişen Türkiye'de Toplum Anayasal Bilgileri öğrenmek istiyor fakat vatandaşın bilgi kirliliği karşısında kafası karışmış durumdadır, Yargının ve Hukukun bağımsızlığı önemlidir. Hukuk devletinin amacı Devlet Karşısında Bireylerin Varlığını, hakkını koruyabilmektir. Sanki yasama ve yürütme sürekli yanlış yapar, yargı'da buna gerekirse hukuk dışına da çıkarak engel olur gibi yanlış bir anlayış var. Anayasa Mahkemesine Yürütme durdurma yetkisi verilmemiştir. Yargının bağımsızlığı demek anayasanın dışında bir yetki varsaymak demek değildir. Kuvvetler ayrılığı bugün çoklarınca anlaşıldığı gibi Devletin organları arasında bir uyumsuzluk çatışma demek değildir. Bir trend ve denge sistemidir. Bu da vatandaş lehine katkı sağlar. Bunun hayata geçirilebilmesi içinde Anayasada bazı değişikliklerin yapılması gerekir. Çünkü mevcut anayasada bireyden çok Devletin Hukuku ve varlığı ön plandadır.
Yargı her yönüyle bağımsız olmalıdır. Verdiği kararlarla hiçbir makamın vesayeti altında kalmamalıdır. Yargının ve Mahkemelerin bağımsızlığı önemlidir, hiç kimse onlara karışamaz ve onları etkileyemez. Bu gün Yargı organları yayınladıkları bildirilerle Ülkenin siyasi düzenine yön vermeye çalışmaktadırlar. Bu yanlış bir davranıştır. Hiçbir ülkede Anayasa Mahkemesi İnsanların özgürlüğünü engelleyecek bir adım atmamıştır. Yargının tarafsızlığı önemlidir. Yargıtay Bir bildiri yayınlamıştır oda çelişkilerle doludur.gittikçe ideolojik bir yapı kazanmaktadır.Anayasa mahkemesi de açıklamalarıyla yetkisini aşmaktadır. Hazırladığımız yeni anayasa taslağında amacımız yargıyı Demokrasinin evrensel standartlarına kavuşturmaktı.
Yargı denetimi elbette olmalıdır ama yargı denetimi sadece hukuka uygunluk denetimiyle sınırlı olmalıdır. Yerindelik denetimine yönelmemelidir yani temsili demokrasinin icaplarını ortadan kaldıracak biçimde yasama ve yürütme organlarının takdir yetkilerini denetleyerek hukuki olmanın ötesinde ideolojik içerik kazanmamalıdır.
Daha sonra söz alan Güvenlik Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Zühtü Arslan Darbe Deyince aklımıza Hasan Mutlucan'ın Kahramanlık türküleri ve Siyasi partiler ile Millet meclisinin kapısına kilit vurulması gelmektedir ama yargının yetkilerini aşması da bir darbedir. Çıkarılan bir kanunu anayasaya uygun mu değil mi, onu tartışması gereken bir kurum olan Anayasa Mahkemesi, son baş örtüsü kararıyla bizzat Anayasa Kurucu ve anayasaya norm koyma halini ortaya koymuştur ve Hukuk dışına çıkmıştır. Bu karar yürürlüğü olmayan bir uygulamanın durdurulmasıdır ve bu çok gariptir. Anayasa mahkemesinin almış olduğu son karar 367. madde kararında olduğu gibi bir Yargı darbesidir.Anayasaya Uyması ve koruması gerekli olan bir kurum, açıkça anayasa dışına çıkmıştır. Anayasa Mahkemesi kendisini her türlü yetkinin üstünde görerek Anayasanın 11. maddesini görmezden gelmiştir 'Anayasa Mahkemesi Gerekçesini Yazmadan Kararını açıklayamaz' hükmü açıkça ihlal edilmiştir.
Şimdi bu açmazdan nasıl kurtulabiliriz.? Birinci olarak Anayasa mahkemesi üyelerini veya en azından bir kısmını Parlamento seçmelidir. Bu durum şu anki halinden daha fazla siyasi olmaz. Dünyadaki örneklerinde durum böyledir. İkinci olarak Anayasa Mahkemesinin şekil dahil her türlü Denetim Yetkisi elinden alınmalıdır. Şöyle ki Anayasa mahkemesinin Muhafazakar bir kesimden oluştuğunu düşünelim iktidar da ise şuan ki mevcut iktidarın tam tersi görüşte bir iktidarın olduğunu düşünelim o zaman ne olacak.? Birisi çıkıp dese 'Din dersi mecburiyeti laikliğe aykırıdır. Kaldırılsın !. Anayasa Mahkemesi de bu görüşün aleyhinde bir karar alsın o zaman ne olur. Unutmayalım ki hukuk bir gün herkese lazım olur. Demokrasinin olmadığı yerde Laikliğin korunması mümkün değildir. Çağdaş laiklik anlayışı Demokratik laiklik anlayışıdır. Yeni bir Anayasa hereklidir yoksa bu anayasayla 21.YY yakalayamayız. Parlamento anayasa mahkemesin Üye seçmelidir. Diyorlar ki Meclis Anayasa mahkemesine üye seçerse Mahkeme siyasallaşır. Cumhurbaşkanı seçince siyasallaşmıyor mu.? Benim şahsi fikrim anayasa mahkemesinin yetkileri azaltılmalıdır." Şeklinde konuştu.
Son olarak söz alan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun , "Siyasete girmesi gerekmeyenler Boğazlarına kadar siyasetin içine girmişlerdir.1924 Anayasasında mecliste tek parti vardı,1961 ve 1982'de asker tesiriyle anayasa yapıldı. Her iki anayasada da geniş katılımlı rahat tartışalar olmadı. Halkın Özgürlükleriyle, değerleriyle tam uyumlu olmadı bu anayasalar. Bu son alınan Anayasa mahkemesi kararıyla Parlamentonun Anayasa yapma ve anayasa değişikliğini Anayasa mahkemesinin onayına mahkum etmiştir. Herkes, TOBB ve TÜSİAD sivil toplum kuruluşları çağımıza uygun bir anayasa ihtiyacı olduğundan hem fikir görünüyorlar genel olarak iki eğilim var biri evrensel normlara uygun olan özgürlükleri ön plana çıkaran diğeri ise 1982 Anayasasının kurduğu bir çeşit vesayet hükümetinin devam ettirmek istediği anlayış. Cumhurbaşkanlığı makamı bir vesayet makamı haline getirilmiştir. Yetkiler ona göre düzenlenmiştir. Yargı ve Üniversitelerde atama yetkileri buna örnek verilebilir. Kenan Evren Darbeyle gelen bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen meclisin tarafsız cumhurbaşkanı olabilmiştir. Bu bağlamda da hakkını teslim etmeyi hakşinaslık adına söyleyebilirim." dedi.
Özbudun, Hazırlamış oldukları yeni Anayasa Taslağıyla Cumhurbaşkanlığı makamının görev ve sorumluluklarının kısıtlandığı sembolik bir makam haline getirmeyi amaçladıklarını söyledi.
Daha sonra soru ve cevap kısmına geçilerek Özbudun, Arslan ve Yazıcı Sorulan çeşitli sorulara cevap verdiler. Bu gün ki anayasa olduğu gibi kalırsa iktidarın yapacağı her değişiklik Anayasa Mahkemesiyle karşı karşıya kalacaktır. Yapılacak tek şey Halkın Meclise anayasayı değiştirme yetkisini yeniden vermesidir. Bu yetkiyi verirse hiçbir bürokratik kurum anayasayı değiştirmeye engel olamaz. Halkın iyi bir hakem olduğuna inanıyoruz. Anayasa mahkemesi demokrasinin olmazları arasında değildir. Köklü demokrasilerde Anayasa mahkemesi yoktur. Bu gün ki Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlükleri geçersiz kılarak aksi yönde kararlar alıyor bir yargı kararı hayali senaryolar üzerine inşa edilemez. Türkiye'ye siyasi parlamento kanadından hiçbir zarar gelmemiştir aksine kesintiler azınlıklardan kaynaklanmıştır (etnik olarak değil) Bir kesim demokrasiyi kesintiye uğratmıştır halbuki demokraside sivillerin üstünlüğü olmalıdır. Siyasi partiler ağırlıkta olmalıdır. Kürt sorunu Hukuki bir çözüm içinde çözülebileceği bir anayasa yaptık, burada etnik köken ve dışında ana diller konuşulabilir şeklinde bir öneri getirdik ne kadar büyük bir tepki aldığımızı anlatamayız dediler.
DTP ve AK Parti'nin kapatılması süreciyle alakalı bir soruya ise Özbudun cevap olarak DTP ve Ak Parti kapatılmasın inancındayım, kapatma hukuki mi siyasi mi belli değil. Avrupa insan haklarına başvurulursa kazanılacağına inanıyorum fakat bu karar uygulanır mı belli değil” dedi
Prof.Dr. Zühtü Arslan bir soruya cevap olarak “Yargı karalarına uymakla, yargı kararlarını eleştirmek yalnız bizim ülkemizde olmuyor. Yargı eleştirilmesinden hoşlanmı- yor. Ama biz yargı ka rarlarını eleştireceğiz aksi takdirde Türkiye'de Kimse konuşmayacaktır. Ama demokrasiler risk alma sistemidir. Demokrasilerde her zaman emniyet sibobu oluşturamazsınız maalesef bugün Halkın demokrasisini engelleyen bürokratlar var. Bizler günlük siyasetin dışındayız ama demokrasi siyasetinin de odağındayız. Demokrasi adına her yerde konuşacağız." dedi
Özbudun bir diğer soru üzerine “Demokrasi kültürünü ülkemizde inşa etmek için çalışalım vesayetçi düşüncelerden arınmalıyız. Anayasa Mahkemesi vesayetçi düşünceyi demokrasiye tercih etmiştir. Hazırladığımız anayasa taslağını özgürlükçü buluyorum. Demokrasi kuralları dışında siyasi partileri engellemek hiçbir zaman çözüm olmamıştır. Geçmişte Refah Partisinin kapatılmasını savundum. Refah ile Ak Parti arasında gece ile gündüz kadar fark vardır. O süreçte Erbakan'ın ve Parti kurmaylarını kullandığı 'kanlı mı, Kansız mı Olacak, Kan dökülecek her yer fıstık gibi olacak, cihat çağrıları' gibi bazı söylemler belli bir dini cemaat oluşturmalar yapılmıştı. Onun için kapatılmasını savundum. Ak Partide ise bugün demokrasimizi tehdit edecek hiçbir beyan ve eylem yoktur. Söylemlerde Birlikten, beraberlikten, kardeşlikten bahsediliyor. Refah Partisinin hataları Ak Parti'yi doğurmuştur." dedi.
Türkiye her açıdan zor bir dönemden geçmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, zor dönemden bir türlü çıkamamaktadır. Yaşadığımız sorunlar zor dönem sorunları değil, zor dönemden çıkış yönündeki toplumsal irade karşısında, bürokratik seçkinci sınıfın yarattığı zorluklardır.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin temel şaşmaz ilkesi "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir''' ilkesi olduğu halde, milletin bu egemenliğini bir türlü kullanamadığı, kullanmaya kalkıştığı her defasında, henüz demokrasiyi özümsemediği, laikliği özümsemediği ya da ülkenin bölüneceği gerekçesiyle hasır altına alındığı, kısacası Türk Ulusu egemenliğin sahibi olmakla birlikte, adeta sonsuza kadar yetersiz ve yeteneksizliğe mahkûm edildiği görülmektedir. Eğer Ulus egemenliğini kullanma ehliyetine sahip değilse, kendi içinden çıkardığı seçkinlerin de bu ehliyete sahip olmadığını kabul etmek gerekir. Eğer kendileri bu ehliyete sahip iseler, bu ulus da ehliyete sahiptir, veya onlar bu ulusa ait değildirler. Herhalde kurtuluş savaşını tüm zorluklara ve imkânsızlıklara karşın başarıyla kazanmış ve bunu tüm dünyaya kabul ettirmiş bu halkın ehliyetsiz, yetersiz ve yeteneksiz olduğunu söylemek, bu halka karşı saygısızlıktır. Her şeye ve tüm olumsuzluklara rağmen bu topraklarda barış içinde yaşama becerisini gösterebilmiş farklı etnik, dinsel, mezhepten oluşan bu halka karşı affedilmez bir saygısızlıktır"
Oturum da Konuşan Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serap Yazıcı 'Demokrasi, Hukuk Devleti ve Yargı Bağımsızlığı' konularına değinerek Türkiye'de Acil bir Anayasaya ihtiyaç olduğunu söyleyerek şöyle devam etti, "1980 yılında Turgut Özal ile başlayan Değişim ve Dönüşüm hareketi bir döneme damgasını vurmuştur. Bugün ise değişen Türkiye'de Toplum Anayasal Bilgileri öğrenmek istiyor fakat vatandaşın bilgi kirliliği karşısında kafası karışmış durumdadır, Yargının ve Hukukun bağımsızlığı önemlidir. Hukuk devletinin amacı Devlet Karşısında Bireylerin Varlığını, hakkını koruyabilmektir. Sanki yasama ve yürütme sürekli yanlış yapar, yargı'da buna gerekirse hukuk dışına da çıkarak engel olur gibi yanlış bir anlayış var. Anayasa Mahkemesine Yürütme durdurma yetkisi verilmemiştir. Yargının bağımsızlığı demek anayasanın dışında bir yetki varsaymak demek değildir. Kuvvetler ayrılığı bugün çoklarınca anlaşıldığı gibi Devletin organları arasında bir uyumsuzluk çatışma demek değildir. Bir trend ve denge sistemidir. Bu da vatandaş lehine katkı sağlar. Bunun hayata geçirilebilmesi içinde Anayasada bazı değişikliklerin yapılması gerekir. Çünkü mevcut anayasada bireyden çok Devletin Hukuku ve varlığı ön plandadır.
Yargı her yönüyle bağımsız olmalıdır. Verdiği kararlarla hiçbir makamın vesayeti altında kalmamalıdır. Yargının ve Mahkemelerin bağımsızlığı önemlidir, hiç kimse onlara karışamaz ve onları etkileyemez. Bu gün Yargı organları yayınladıkları bildirilerle Ülkenin siyasi düzenine yön vermeye çalışmaktadırlar. Bu yanlış bir davranıştır. Hiçbir ülkede Anayasa Mahkemesi İnsanların özgürlüğünü engelleyecek bir adım atmamıştır. Yargının tarafsızlığı önemlidir. Yargıtay Bir bildiri yayınlamıştır oda çelişkilerle doludur.gittikçe ideolojik bir yapı kazanmaktadır.Anayasa mahkemesi de açıklamalarıyla yetkisini aşmaktadır. Hazırladığımız yeni anayasa taslağında amacımız yargıyı Demokrasinin evrensel standartlarına kavuşturmaktı.
Yargı denetimi elbette olmalıdır ama yargı denetimi sadece hukuka uygunluk denetimiyle sınırlı olmalıdır. Yerindelik denetimine yönelmemelidir yani temsili demokrasinin icaplarını ortadan kaldıracak biçimde yasama ve yürütme organlarının takdir yetkilerini denetleyerek hukuki olmanın ötesinde ideolojik içerik kazanmamalıdır.
Daha sonra söz alan Güvenlik Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Zühtü Arslan Darbe Deyince aklımıza Hasan Mutlucan'ın Kahramanlık türküleri ve Siyasi partiler ile Millet meclisinin kapısına kilit vurulması gelmektedir ama yargının yetkilerini aşması da bir darbedir. Çıkarılan bir kanunu anayasaya uygun mu değil mi, onu tartışması gereken bir kurum olan Anayasa Mahkemesi, son baş örtüsü kararıyla bizzat Anayasa Kurucu ve anayasaya norm koyma halini ortaya koymuştur ve Hukuk dışına çıkmıştır. Bu karar yürürlüğü olmayan bir uygulamanın durdurulmasıdır ve bu çok gariptir. Anayasa mahkemesinin almış olduğu son karar 367. madde kararında olduğu gibi bir Yargı darbesidir.Anayasaya Uyması ve koruması gerekli olan bir kurum, açıkça anayasa dışına çıkmıştır. Anayasa Mahkemesi kendisini her türlü yetkinin üstünde görerek Anayasanın 11. maddesini görmezden gelmiştir 'Anayasa Mahkemesi Gerekçesini Yazmadan Kararını açıklayamaz' hükmü açıkça ihlal edilmiştir.
Şimdi bu açmazdan nasıl kurtulabiliriz.? Birinci olarak Anayasa mahkemesi üyelerini veya en azından bir kısmını Parlamento seçmelidir. Bu durum şu anki halinden daha fazla siyasi olmaz. Dünyadaki örneklerinde durum böyledir. İkinci olarak Anayasa Mahkemesinin şekil dahil her türlü Denetim Yetkisi elinden alınmalıdır. Şöyle ki Anayasa mahkemesinin Muhafazakar bir kesimden oluştuğunu düşünelim iktidar da ise şuan ki mevcut iktidarın tam tersi görüşte bir iktidarın olduğunu düşünelim o zaman ne olacak.? Birisi çıkıp dese 'Din dersi mecburiyeti laikliğe aykırıdır. Kaldırılsın !. Anayasa Mahkemesi de bu görüşün aleyhinde bir karar alsın o zaman ne olur. Unutmayalım ki hukuk bir gün herkese lazım olur. Demokrasinin olmadığı yerde Laikliğin korunması mümkün değildir. Çağdaş laiklik anlayışı Demokratik laiklik anlayışıdır. Yeni bir Anayasa hereklidir yoksa bu anayasayla 21.YY yakalayamayız. Parlamento anayasa mahkemesin Üye seçmelidir. Diyorlar ki Meclis Anayasa mahkemesine üye seçerse Mahkeme siyasallaşır. Cumhurbaşkanı seçince siyasallaşmıyor mu.? Benim şahsi fikrim anayasa mahkemesinin yetkileri azaltılmalıdır." Şeklinde konuştu.
Son olarak söz alan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun , "Siyasete girmesi gerekmeyenler Boğazlarına kadar siyasetin içine girmişlerdir.1924 Anayasasında mecliste tek parti vardı,1961 ve 1982'de asker tesiriyle anayasa yapıldı. Her iki anayasada da geniş katılımlı rahat tartışalar olmadı. Halkın Özgürlükleriyle, değerleriyle tam uyumlu olmadı bu anayasalar. Bu son alınan Anayasa mahkemesi kararıyla Parlamentonun Anayasa yapma ve anayasa değişikliğini Anayasa mahkemesinin onayına mahkum etmiştir. Herkes, TOBB ve TÜSİAD sivil toplum kuruluşları çağımıza uygun bir anayasa ihtiyacı olduğundan hem fikir görünüyorlar genel olarak iki eğilim var biri evrensel normlara uygun olan özgürlükleri ön plana çıkaran diğeri ise 1982 Anayasasının kurduğu bir çeşit vesayet hükümetinin devam ettirmek istediği anlayış. Cumhurbaşkanlığı makamı bir vesayet makamı haline getirilmiştir. Yetkiler ona göre düzenlenmiştir. Yargı ve Üniversitelerde atama yetkileri buna örnek verilebilir. Kenan Evren Darbeyle gelen bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen meclisin tarafsız cumhurbaşkanı olabilmiştir. Bu bağlamda da hakkını teslim etmeyi hakşinaslık adına söyleyebilirim." dedi.
Özbudun, Hazırlamış oldukları yeni Anayasa Taslağıyla Cumhurbaşkanlığı makamının görev ve sorumluluklarının kısıtlandığı sembolik bir makam haline getirmeyi amaçladıklarını söyledi.
Daha sonra soru ve cevap kısmına geçilerek Özbudun, Arslan ve Yazıcı Sorulan çeşitli sorulara cevap verdiler. Bu gün ki anayasa olduğu gibi kalırsa iktidarın yapacağı her değişiklik Anayasa Mahkemesiyle karşı karşıya kalacaktır. Yapılacak tek şey Halkın Meclise anayasayı değiştirme yetkisini yeniden vermesidir. Bu yetkiyi verirse hiçbir bürokratik kurum anayasayı değiştirmeye engel olamaz. Halkın iyi bir hakem olduğuna inanıyoruz. Anayasa mahkemesi demokrasinin olmazları arasında değildir. Köklü demokrasilerde Anayasa mahkemesi yoktur. Bu gün ki Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlükleri geçersiz kılarak aksi yönde kararlar alıyor bir yargı kararı hayali senaryolar üzerine inşa edilemez. Türkiye'ye siyasi parlamento kanadından hiçbir zarar gelmemiştir aksine kesintiler azınlıklardan kaynaklanmıştır (etnik olarak değil) Bir kesim demokrasiyi kesintiye uğratmıştır halbuki demokraside sivillerin üstünlüğü olmalıdır. Siyasi partiler ağırlıkta olmalıdır. Kürt sorunu Hukuki bir çözüm içinde çözülebileceği bir anayasa yaptık, burada etnik köken ve dışında ana diller konuşulabilir şeklinde bir öneri getirdik ne kadar büyük bir tepki aldığımızı anlatamayız dediler.
DTP ve AK Parti'nin kapatılması süreciyle alakalı bir soruya ise Özbudun cevap olarak DTP ve Ak Parti kapatılmasın inancındayım, kapatma hukuki mi siyasi mi belli değil. Avrupa insan haklarına başvurulursa kazanılacağına inanıyorum fakat bu karar uygulanır mı belli değil” dedi
Prof.Dr. Zühtü Arslan bir soruya cevap olarak “Yargı karalarına uymakla, yargı kararlarını eleştirmek yalnız bizim ülkemizde olmuyor. Yargı eleştirilmesinden hoşlanmı- yor. Ama biz yargı ka rarlarını eleştireceğiz aksi takdirde Türkiye'de Kimse konuşmayacaktır. Ama demokrasiler risk alma sistemidir. Demokrasilerde her zaman emniyet sibobu oluşturamazsınız maalesef bugün Halkın demokrasisini engelleyen bürokratlar var. Bizler günlük siyasetin dışındayız ama demokrasi siyasetinin de odağındayız. Demokrasi adına her yerde konuşacağız." dedi
Özbudun bir diğer soru üzerine “Demokrasi kültürünü ülkemizde inşa etmek için çalışalım vesayetçi düşüncelerden arınmalıyız. Anayasa Mahkemesi vesayetçi düşünceyi demokrasiye tercih etmiştir. Hazırladığımız anayasa taslağını özgürlükçü buluyorum. Demokrasi kuralları dışında siyasi partileri engellemek hiçbir zaman çözüm olmamıştır. Geçmişte Refah Partisinin kapatılmasını savundum. Refah ile Ak Parti arasında gece ile gündüz kadar fark vardır. O süreçte Erbakan'ın ve Parti kurmaylarını kullandığı 'kanlı mı, Kansız mı Olacak, Kan dökülecek her yer fıstık gibi olacak, cihat çağrıları' gibi bazı söylemler belli bir dini cemaat oluşturmalar yapılmıştı. Onun için kapatılmasını savundum. Ak Partide ise bugün demokrasimizi tehdit edecek hiçbir beyan ve eylem yoktur. Söylemlerde Birlikten, beraberlikten, kardeşlikten bahsediliyor. Refah Partisinin hataları Ak Parti'yi doğurmuştur." dedi.