Türk mitolojisinde de dağlar, çok önemli motiflerdir. Türk efsane ve masallarında da önemli yer tutan dağlar, zirveleri gökleri deler gibi yükselen ve başları bulutlar içinde kaybolan, Tanrı’ya yakın olmanın, kahramanlığın, arkasına yaslanmanın, yaşama güvencenin sembolüdür.
Yeryüzündeki bazı dağlar yüksekliğiyle, bazıları çetinliğiyle, bazıları ise hakkında anlatılan efsanelerle, endamına yazılmış şiirlerle, doruklarına yakılmış şarkılarla ünlenmiştir. Bazılarının kendine özgü rüzgârının sesi vardır, bazılarının ise kuytularındaki aşk masallarından söz edilir. Ağrı Dağı, Nemrut Dağı, Hasan Dağı, Erciyes Dağı gibi yüce ve yüksek dağlar, hem efsanelerle, hem aşk hikâyeleriyle anılır, zalim hükümdarlara, eteklerinde gezinen yağız atlara, göllerinde yıkanan beyaz kuşlara dair masallar anlatılır. Kurulmakta olan bir şehrin ilk yapısında dağdan alınan taşlar kullanılırsa o şehrin sonsuza kadar yaşayacağına inanılır. Bir başka söylencede ise, öfkesinden, kadim bir kenti lavlarıyla örtüp yok ettiğini anlatılır.
Dağlar, çoğu milletlerin efsanesinde ve dini inanışlarında yer alır. Türk efsane ve masallarında da önemli yer tutan dağlar, zirveleri gökleri deler gibi yükselen ve başları bulutlar içinde kaybolan, sanki Tanrı ile konuşur ve ilgi kurar gibi görünmüşlerdir. Göğün direği dağ, yeri bastıran dağ ve Tanrı’ya giden en yakın yol yine dağdır. Bu sebeple, Orta Asya’daki dağların çoğu, Tanrı ile ilgili adlar almışlardır. Tanrı Dağları gibi.
Büyük dağlar, Türk mitolojisinin de en önemli motifleridirler. Her Türk efsanesinde bu kutsal dağlar, açık veya kapalı bir şekilde karşımıza çıkarlar. Göktürk yazıtlarında gök, yer ve insanlığın, yani üç büyük varlığın Tanrı tarafından yaratılmış olduğu belirtilir. Göktürklerin menşe efsanesinde ise, "Dişi kurt, çocuğu alarak Turfan'ın kuzey batısındaki bir dağa gitmiş ve oradaki bir mağaradan içeriye girmişti. Bu mağara da, yer altı dünyasına giden bir yoldu. Bu yollar, umumiyetle yine böyle kutsal dağlar içinde bulunurdu. Büyük Orta Asya İmparatorluklarının başkentlerinin kurulduğu "Ötügen Dağları" da, böyle kutsal dağlardan başka bir şey değildi
Dede Korkut hikâyelerinde dağlar bir dağ gibi değil, duygularla yoğrulmuş, kişilik kazanmış birer varlık olarak görülürler. Oğuzlar, dağlarla konuşur, dağlara dua eder, beddua eder, yaşlanmasından yıkılmalarından korkar, geçit vermelerini ister, şifa dilenir, , yemin eder, selam ederler. Ayrıca yiğitlik ve ataya saygıya dair benzetmeler yapılmıştır. Örneğin Manas Destanında “Dağ gibi Manas” benzetmesi yiğitlik, dağın yüksekliği ve büyüklüğü ile de ataya benzetme adına yapılmıştır. Türklere göre dağlarda ibadet etme önemli ve kutsaldır. Kutadgu Bilig de de dağlarda ibadet etme üzerinde çok durulur. Dağa ulaşma, bir kemale erme” şeklinde yorumlanır.
Türklerdeki savaşçı ruhu yaşatmak için Kürşad ve kırk Yiğit tutsaklığa botun eğmez ve isyan eder. Çarpışarak şehit olan kırk bir yiğidin ruhu, mitolojide tanrıların mekânı olan bir dağa yükselir. Eliyle tuğu yükseltirken, öteki eliyle duman alana bir işaret yaparak "kalkın" diye haykırdı. Kırk şehit birden kalktılar. Kürşad eliyle ilerde bir yeri gösterdi. "Oraya" diye gürledi. Gösterdiği yer Tanrı Dağı idi. Tepesinde ataların ruhu dolaşıyordu. Kırk bir şehidin ruhu bir fırtına gibi, bir musiki gibi, bir ışık gibi akarak Tanrı Dağı'na doğru yürümeye başladılar. Onları orada, başlarında Alp Er Tunga olan atalar kafilesi bekliyordu.
Kürşad ve kırk yiğit hem de Tanrı Dağı, aralar kültü çerçevesinde kutsallaştırılır. Tanrı Dağı, bütün yiğit, savaşçı Türklerin ruhlarının toplandığı bir makamdır adeta.
Ağrı Dağı, mitolojide dünyanın eksenini temsil eden dağ olarak belirtilir: "Ağrının tam tepesinde bir ateş harmanı vardır. Doruğun tam ortasından bir kuyu dünyanın ortasına iner. İlk ateş bu kuyudan alınmıştır. İnsanoğlunun gördüğü ilk ateş Ağrı dağının yüreğindeki ateştir. İnsanlar bu ateşi almak istemişler, almışlar da. Yaratılışın başlangıcından beri var olan merkezi, kutsal bir mekândır. Yunan mitolojisindeki Prometeus'un tanrıların mekânı Olimpos'tan, insanlara getirmek için ateşi çalmasına benzer bir efsanenin anlatıldığı bu bölüm aslında Ağrı Dağı'nın ne kadar güçlü ve geçit vermez olduğunu belirtmek için kullanılmıştır
Türkiye’nin en yüksek dağı (5137 m.) olan Ağrı Dağı aynı zamanda Avrupa, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun da ikinci büyük dağıdır. Doğu Anadolu bölgesinin simgesi olarak düşünülen bu dağ için değişik kaynaklarda, farklı yüksekliklerden söz edilir. Örneğin 5165, 5123, 5122, 5112 ve 5137 m. gibi. Ancak, gerek DİE kaynakları ve gerekse HGK Türkiye haritalarında bu yükselti değeri, 5137 m. olarak verilmektedir.. Aslında ülkemizin bu doğa harikası, Küçük Ağrı (Büyük Ağrı’nın güneydoğusunda ve 3896 m.) ve Büyük Ağrı (5137 m.) olmak üzere, iki dev volkan konisi ile temsil edilir.
Yaklaşık 1200 km²’lik bir kaide üzerine oturmuş olan ve çevrelerinde çok sayıda parazit koniler bulunan her iki dağ kütlesi yaklaşık 3000 m. lerde, yani Serdarbulak Geçidi ile birbirinden ayrılarak Büyük ve Küçük Ağrı Dağı adıyla yükselirleri
Türk dağcıların Ağrı’ya ilk tırmanışları Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Binbaşı Cevdet SUNAY 15 subay ve 50 erle birlikte 1937’de Ağrı Dağı’nın zirvesine ulaşmıştır. Bu heyet, iddiaların aksine, Nuh’un Gemisi’nin enkazına dair herhangi bir bulguya rastlamamıştır. Ama batı ülkelerinin Ağrı Dağı’na olan ilgileri sürmektedir. Nitekim 1969’da Ay’a ilk ayak basan dünyalı unvanını kazanan Amerikalı astronot Neil Armstrong bile, 1982 Haziranında Türkiye’ye gelip Ağrı’ya tırmanmıştı. Yakın geçmişte ise Amerikalı astronot Irwin birkaç defa dağa tırmanarak gemiden kalma parçalar bulduğunu iddia etmiştir.
Ağrı Dağı’na çıkış ve iniş en erken dört günde tamamlanmaktadır. En uygun çıkış zamanı Ağustos ve Eylül aylarındadır. Bu aylardan Ağustos ayı çıkışlarında, 4500 m. den sonra hava sıcaklığı –10°C’ye ve Eylül ayı çıkışlarında ise –12°C’ye düşmektedir. Ağrı Dağı’na tırmanan dağcıların çoğu oksijen yetersizliğine bağlı olarak basıncın yükselmesi, kalp çarpıntısı, baş dönmesi ve baygınlık gibi rahatsızlıklardan dolayı 5000 m.den daha yükseğe çıkamamaktadırlar. Gerek batı ve gerekse İslam dünyasında Ağrı Dağı, çok iyi tanınan ve özel ilgi duyulan dağlardan biri, belki de en önemlisidir. Kutsal kitaplarda da adı geçen bu dağ, birçok dilde farklı adlarla anılmaktadır. Yakutlar Ağr, Selçuklu Türkleri Eğri Dağ, Ağır Dağ, İranlılar Kuh-i Nuh, Araplar Büyük Ağrı’ya Cebelü’l-Hâris, Küçük Ağrı’ya ise Cebelü’l-Hüveyris isimlerini vermişlerdir. Ermeniler Massis veya Masik derken, sadece batı coğrafyacıları Ararat demektedir.
İslam coğrafyacılarının kayıtlarında, ‘Cebelu’l- Hâris’ ve Cebelu’l- Huveyris’ olarak adlandırılan Büyük ve Küçük Ağrı dağları ile ilgili bazı yorumlarda yapılmaktadır. Örneğin özellikle büyük Ağrı Dağı’nın etraftaki suların kaynağını oluşturduğunu, el-Hâris dağının çok yüksek, tepesine çıkılmasının imkânsız ve karlı olduğunu, yerleşime uygun olmamakla birlikte, çevre halkı, el-Hâris veya el-Huveyris dağının eteklerindeki ormanların odun ve hayvanlarından istifade ettiklerinden bahsedilmektedir. “Kitabı Mukaddes’te Ağrı Dağı’nın adı “r-r-t” olarak geçmekte ve “Hari Ararat” şeklinde adlandırılmaktadır. “Hari Ararat” ,”Dağlık Ararat” anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi “Uruatri” (Urartu) adı, bu topluluğun güneyde can düşmanı olan Assur Krallığı tarafından verilen bir isimdir. Urartu adı bir topluluğun adı değil, “dağlık ülke anlamında kullanılan coğrafi bir deyimdir”. Dolayısıyla kutsal kitap Tevrat’ta bu bölgeye “Hari Ararat” adının verilmesi bir tesadüf eseri değil, Assur Krallığı’nın çivi yazılı belgelerinde geçen “Urartu” kelimesinden beri süregelen bir deyimdir. Yani Tevrat’ta geçen “r-r-t” adı, M.Ö. 9.-6. yüzyıllar arasında başta Doğu Anadolu Bölgesi olmak üzere, Kafkasya ve Kuzeybatı İran bölgelerinde çok güçlü bir krallık kuran Urartu’nun İbranice adıdır. Bu nedenle “Hari Ararat” yani “Dağlık Ararat” adının Ermenice ile uzaktan ve yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Ermeniler Ağrı Dağı için “Yüksek Dağ” anlamına gelen Masis adını kullanmaktadırlar. Ne yazık ki bu yanlış bilgi, uzun yıllardan beri bilinçsiz bir biçimde kullanılmış ve yanlış anlaşılmalara neden olmuştur”
Kitab-ı Mukaddes’te (Tevrad ve İncil) ve eski İranlılar, yani Persler devrinin inanışı olan Ahura Mazda dini açısından da, Ağrı kutsal sayılır. Bu inanışın kurucusu Zerdüşt (İ.Ö. VII. ve VI. yüzyıllar) Pers Kralı 1. Daryus (İ.Ö. 522-486) ve sonrasındaki krallar, Zerdüşt’ü tanrıların en büyüğü ve adil kralların koruyucusu kabul ederek, ona ibadet etmeye başlamışlardı. Zerdüşt adına, bugünkü Cehennem Deresi ve Yenidoğan köyü yakınlarında Ahura (Arguri) köyü Yakup Manastırı (herhalde Hz Yakup Peygamber’den) kurulmuştu.
20 Haziran 1840 tarihinde meydana gelen ve bir yanardağ faaliyeti sanılmış olan deprem nedeniyle, dağ yamaçlarından yuvarlanan dev kayalar ve diğer malzeme, Arguri köyü (yaklaşık 1 600 nüfuslu) ve Yakup Manastırı’nı örterek yok etmiştir”.
Ağrı Dağı, 5137 m yüksekliği ile ülkemizin ve Avrupa’nın en yüksek noktası olması yanında zirvesinde de ülkemizin en büyük buzulu bulunmaktadır. Ağrı Dağı’nın bulunduğu coğrafyada paleolitik çağdan günümüze dek birçok medeniyet yaşamıştır. Hurriler, Urartular, Hun’lar, Araplar, Selçuklular, İlhanlılar, Harzemşahlar, Timuroğulları, Safaviler, Çıldıroğulları, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve sonrasında 1514’de Çaldıran zaferi ile Osmanlılar yerleşmiştir. 17 Kasım 2004 tarih ve 25643 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak Milli Park ilan edilen Ağrı Dağı Milli Parkı Büyük ve Küçük Ağrı Dağları, Meteor Çukuru ve Nuh’un gemisinin kalıntıları olduğu iddia edilen alanlar olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Iğdır ve Ağrı illeri sınırları içerisinde kalan Milli Parkın toplam alanı 87. 380 ha’dır
Ağrı Dağı ve Çevresindeki Turizmi Farklı Noktalara Taşıyarak Marka Haline Getirecek Vizyoner Projeler Neler Olabilir? • Jeopark ve botanik bahçesi projelerinin oluşturulması
• Küp Gölü’nün, doğa ve ekoturizm açısından değerlendirilmesi • Türkiye’nin Kış Sporları Merkezlerinden biri olması
• Uluslararası büyük spor etkinlikleri düzenlemesi
• Bölgesi ile bütünleşen bir turizm destinasyonu olması • Yaz ve kış aylarında önemli bir cazibe merkezi haline getirilmesi• Bölge ekonomisi için sürekli bir gelir kaynağı sağlaması
• Kış Turizmi merkezi olması • Sağlık Turizminin gelişmesi • İç ve dış turizm açısından önemli bir potansiyel oluşturan İnanç turizminin (Nuh’un Gemisi, Yakup Peygamber Manastırı) geliştir
Iğdır ili insanlık tarihinin tartışmasız olarak en önemli destanlarından birine ev sahipliği yaptığı halde, ne yazık ki bu büyük fırsatı ve potansiyeli günümüze kadar gereği gibi kullanamamıştır. Bu yüzden de tahmin edilmeyecek kadar büyük bir ekonomik girdinin kaybını yıllardır göz göre göre uzaktan izliyoruz. Bölge turizmine dolayısıyla ekonomisine ve sonuçta ülkemize çok büyük bir katma değer oluşturacak Ağrı Dağı ve Nuh’un Gemisi ile ilgili konularda bu güne dek sürdürülen pasif, zorlaştırıcı hatta engelleyici politikaları artık değiştirme zamanı gelmiştir. Mevcut durum ve gelişen koşullar bu tür bir değişim için gayet uygun ve hatta zorunludur. Buna göre çok daha aktif ve etkileyici projeler hazırlayarak Ağrı Dağı ve Nuh’un Gemisi efsanesinin çok daha profesyonelce tanıtılması ve duyurulması bir gereklilik haline gelmiştir. Ayrıca bu bölgeye gelmek isteyen turistlerin karşılaşacağı bürokratik engellerin kolaylaştırıcı bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. İnanç turizmi açısından büyük bir potansiyele sahip olan Nuh’un Gemisi yüce Ağrı Dağı’nın bir sırrı olarak geçmişte olduğu gibi gelecekte de gizemini korumaya devam edecektir. Günümüzde bu potansiyeli harekete geçirecek ve yöreyi canlandıracak inanç turizmine yönelik alt yapı ve tanıtım çalışmaları hızlandırılmalıdır.
Iğdır’ın ilk yerleşim yeri olan Korhan/Iğdır Kalesi ve çevresi tekrar turizme açılmalıdır. 2005 yılında Kültür ve Turizm Müdürlüğü yaptığım yıllarda Ağrı Dağına Iğdır tarafından tırmanışları başlatmıştık ve çok başarılı şekilde üç yıl kadar devam etmişti.
İlk olarak; 06 Mayıs 2001 Pazar günü Ağrı Dağı Korhan Yaylası Ağaç Bayramı, Piknik ve Uçurtma Şenliği’ni düzenledi. Daha sonra halkın coşkuyla katıldığı 2001 yılında 1. ve 2002 yılında ise 2. Iğdır Ağrı Dağı Nuh’un Gemisi Kültür ve Sanat Festivallerini Ağrı Dağı Korhan Yaylası’nda düzenlemiş ve gerçekleştirmiştir
O dönemde yapılan proje ile Tarihi Korhan Yaylası ve Kışlasında imar planı yapılarak yerleşim ve konaklama tesisleri, Korhan Yaylası –Küp Gölü-Ağrı Dağı Zirvesi- Yenidoğan- Serdarbulak ( Küçük Ağrı Dağı eteği) arasında gondollift, skylift ve telesiyejler, Askerkülü Çukuru denilen yerde Nuh Müze Restoranı, Kültür Sitesi Toplantı Salonu ve Kütüphane ’den oluşan Nuh’un Gemisi’nin benzeri mimari özellikleri taşıyan tesislerin yapılmasını içeren; Iğdır Ağrı Dağı Doğa Sporları ve Kış Turizmi Merkezi Projesi ismi ile hazırlanan; 176 milyon Dolar toplam bedeli, 8.000 yatak kapasiteli, aynı anda 6.000 kişinin kayak yapabileceği, 15.000 kişiye iş imkânı sağlayan ve yıllık getirisi 76 milyon Dolar olarak planlanan bir proje olmasını sağlamıştı. Burada; yol, içme suyu, elektrik, telefon, imar planı, karakol ve sanat yapıları, 20 yataklı bina, umumi tuvaletler ve köy hizmetleri şantiye binası yapımını gerçekleştirmiş ve tamamlamıştı.
Korhan Yaylasında Iğdır Kalesine; 58 metre uzunluğundaki direkte 6×9 ebadında 54 metre karelik Ermenistan’dan dahi görünen Türk Bayrağı dikilerek Ay Yıldızlı Bayrağımız dalgalandırılmıştı.
Sayın Valimiz Ercan TURAN, bu projelere ek olarak yeni projelerle Ağrı Dağı’nın turizme açılması çalışmalarının başlatması bizleri çok memnun etmiştir. Kendisine başarılar diliyoruz. Sivil toplum kuruluşları olarak her zaman yanındayız. Vereceği her görevi yapmaya hazırız.
“Gitmediğin Yer Senin Değildir.”
Genel
Yayınlanma: 21 Haziran 2024 - 02:00
TÜRK KÜLTÜRÜNDE DAĞLAR VE AĞRI DAĞI (Ağrı Dağı Turizme Açılmalıdır.)
Genel
21 Haziran 2024 - 02:00