Bir kuşak sonra, kültürel iletişim kesilir. Milli kimlik yeni kuşaklara ulaştırılamaz. Sonra, o milletin bütünlüğü ve kültürünün tüm sembolleri tarihten silinip gider. Çünkü bir milletin varlığının temel unsuru; onun kültürü ve sesi olan dilidir.
Bir milletin var ve yaşıyor kılan yaşam damarlarından biridir elbette kullandığı dil. Ancak bu kadarla sınırlı olabilir mi? Doğduğumuz günden bu yana bizi biz yapan yalnızca öğretilen bir ses akışı ve kulak dolgunluğundan ibaret değildir dil.
Duygu ve düşüncelerimizi ifade etme gücünü, önce hissettiğimiz sonra yaşama geçirdiğimiz bilinçaltı bir reflekstir. Emeklemek, yürümek, beslenmek gibi…
Bir milletin dil asaleti o milletin geçirdiği safhalarla orantılıdır bana göre. Ne kadar büyük uygarlıklar süzgecinden geçmişse o kadar olgunlaşmış, gelişmiş ve kalıcı olmuştur. Bünyesindeki büyük değişimler onu olumsuz bir şekilde hiçbir zaman etkileyemeyecektir.
MÖ III. yüzyıldan beri Kuzey Asya ve Doğu Avrupa’yı egemenlikleri altına aldığı bilinen Hun Uygarlığının başlattığı bir dil anlayışının adının Çuvaşça ya da Yakutça olması Türk Dili’nin varlığı açısından insanın geçmiş tarihine baktığı zaman göğsünü kabartmaz mı? İlk yazılı ürünümüz olan Orhun Yazıtlarının Göktürkçe yazılmış olması, ilk ‘Türk’ adının geçtiği yazılı bir kaynakla belgelenmesi dilimize duyduğumuz saygıyı nasıl beslemez? Sonra Uygurlar… Karahanlılar…Oğuzlar…Selçuklular…Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti. Dilimizin bu oluşumlar içindeki dağılım ve yerleşim alanlarına göre daha pek çok farklılıklar gösterdiğini düşünecek olursak ne kadar köklü, ne kadar olgun ve ne kadar asil bir dil olduğunu da görebiliriz.
Türk Dili nasıl sırası geldiğinde içinde bulunduğu ortama ve çağa göre birtakım değişimlere uğramışsa bundan böyle de Karamanoğlu Mehmet Bey gibi Mustafa Kemal Atatürk gibi milletini her şeyden çok seven önderler aracılığı ile zaten sağlam olan yapısını korumaya devam edecektir.
Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de : "Bugünden geru divanda, dergahta, bergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır." diyerek nasıl milli duyarlılık göstermişse, Mustafa Kemal Atatürk de 2 Eylül 1930’da: ’ Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk Dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’ diyerek Türk Dili’nin öz benliğine dönmesi için gereken mücadeleyi vermiştir.
Bu asil söylemlerin yaşama geçirilmesi önce 11 Temmuz 1932’ de Mustafa Kemal Atatürk’ün arkadaşlarına: ‘ Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?’ sorusuyla başlayan ve ‘ Öyleyse Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.’ sözleriyle biten bir konuşmayla gerçekleşmiştir. Böylece bugünkü adıyla Türk Dil Kurumu 12 Temmuz 1932’de kurulmuştur. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda 26 Eylül 1932 tarihinde ilk kez toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’nın açılış günü ‘Türk Dil Bayramı ‘ olarak kabul görmüştür.
Benim Türk Dilim; “Anamın sütünde, vatanımın havasında, ekmeğimde, suyumda seni gördüm. Ülkemin yeşilliğinde, çayırında, düzünde, Ağrı’nın zirvesinde, Aras’ımda seni gördüm. Elimde, günümde, dersimde, kitabımda seni sevdim.
Tarihimin iniş yokuşlarında halkımın gözbebeği gibi koruduğu dilim, Türk Dilim. Anamın hazin hazin ninnilerinde arzulu arzulu okşamalarında kanıma işlemişsin. Babamın yiğitlik sohbetlerinde ruhuma dolmuşsun.”
Böylece Fuzuli’nin, "Ey Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Rabbim! . . Sen Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan kavmi yaptın, Acem hatiplerinin sözlerini İsa'nın nefesi gibi cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben, Türküm ve Türkçe söylemek istiyorum, benden iltifatını esirgeme Tanrım." Diye ettiği duayı Yüce Allah kabul etmişti.
Fikir ve edebiyat şahsiyeti Kemal Paşazade Sait Bey; bir şiirinde
Arapça isteyen Urban’a gitsin,
Acemce isteyen İran’a gitsin,
Frenkler Frengistan’a gitsin
Ki biz Türk’üz bize Türkçe gerek.
Büyük üstat Şehriyar, Türk’ün Dili isimli şiirinde;
Türk’ün dili tek sevgili, istekli dil olmaz
Aynı dile katsan bu esil (asil) dil esil olmaz
Türk’ün meseli, folkloru dünyada tektir
Hem yorgan, kent içre meseldir-mitil olmaz.
Pişmiş kişi şiirinde gerek dad-duzu olsun
Kent ehli (köylüler) bilirler ki doşapsız (hoşaf) heşil olmaz.
Kaşgarlı Mahmut Divanu Lugati-t-Türk’ten
“Allah’ın devlet güneşini Türk burçlarında doğdurduğunu, bütün feleklerin onların toprakları üzerinde dönmekte olduğunu gördüm.”
Allah onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı.
“Ant içerek söylüyorum, ben Buhara’nın sözüne güvenilir imamlarının birinden ve ayrıca Nışaburlu bir imamdan işittim. İkisi de senetleriyle bildiriyorlardı ki peygamberimiz kıyamet alametlerini ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği anda “Türk Dilini Öğreniniz; çünkü onların uzun sürecek egemenlikleri vardır.” Buyurmuştur. Bu hadis doğruysa sorumlulukları üzerine Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur; yok, bu söz doğru değilse akla göre gereklidir.”
26 Eylül, Türk Dil Bayramının yıldönümü kutlamalarının hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Ziya Zakir ACAR
Eğitimci-Araştırmacı- Yazar
Yorumlar
Kalan Karakter: