Nitekim adaylarımız da şöyle veya böyle, belirlenmiş durumdadır. Artık kimse Iğdır'ı, Iğdırlıyı, Iğdır'ın geleceğini düşünmüyor. Varsa yoksa yüreklere kök salmış, dallanmış, budaklanmış ırkçılığın kökünü biraz daha derinlere indirmek! Onun dışında ne yapmışız Iğdır'da? Hiç! Hem de hiçin hiçi! Size küçücük bir örnek vereyim. Sayın Valimiz Iğdırlı mı? Değil. Iğdırlılarla bir akrabalık bağı mı var? Hayır. Yaptığı ve yapacağı işleri sırtına mı alıp götürecek? Hayır. Yapılan bir sürü olumlu işlerin sonucundaki" hayırları " çoğaltabiliriz. Sayın Vali; bir yandan okul açtırmaya çalışıp derslik sayısını artırmaya uğraşırken, bir yandan da tüm Iğdır Halkını okumaya teşvik ediyor. Bir yandan festivaller düzenleyip Iğdır'ı, yurtta ve dünyada tanıtmaya çalışırken, öte yandan düğünlerde, bayramlarda halkla bütünleşip, sevgi ve hoşgörüsünü herkesle paylaşmaya çalışıyor. Etrafına sevgi saçıyor, gülücük saçıyor. Attığı şen şakrak kahkahalarla, "Ben de sizlerden biriyim. Ben de en az sizler kadar Iğdırlıyım. Iğdır'ı çok seviyorum." Demeye çalışıyor. Sayın Belediye Başkanı hakeza öyle. Yokluk içinde bocalayan bir belediye bütçesiyle dişini tırnağına takarak her caddeye, her sokağa girerek, su, kanalizasyon, asfalt, altyapı işlerini halletmeye çalışıyor. Cumhuriyetten bu yana ilk defa asfalt gören insanlarımız oldu. Adam sokaktaki duvarını yarım metre içeriye çekmiyor, kıyamıyor, sanki mezarı daralacakmış gibi, birde dikleniyor ve Belediyeyi çalışmamakla suçluyor. Elimizi vicdanlarımıza koyalım ve düşünelim! Yapılan hangi olumlu işte Sayın Valinin ve Sayın Belediye Başkanının yanında olduk, onlara destek olduk Esnaf olarak, memur olarak hatta milletin vekili olarak onlar kadar çaba sarf ettik mi? Hayır. Yapılan ya da yapılacak olan olumsuzluklara karşı çıktık mı, hayır. Bütün enerjimizi, yetki ve yeteneklerimizi geleceğimizi karartmaya çalışmak için harcayacağımıza, gelin bir bütün olarak Iğdır'a sahip çıkalım. Iğdır'ın sorunlarına sahip çıkalım ve payımıza düşeni üstlenip, gereğini yerine getirelim.
Bizler ilgisiz kaldıkça, sustukça, bana ne dedikçe, memleket de idare de hep beğenmek istemediğimiz adamlar tarafından yönetilecektir. Kötülerin en iyisiyle avunup duracağız. Bakınız, lafı fazla uzatmadan sizlere tarihten kısa ama çarpıcı bir örnek vereyim. Yazının başlığını da bu yüzden ANKARA SAVAŞI koydum.
1402 meşhur Ankara Savaşında Yıldırım Beyazıt ile Timur'un orduları karşı karşıya gelirler. Her iki Türk Ordusu arasında amansız bir savaş başlar. Her iki taraftan iki yüz binin üzerinde asker ve sivil kaybı olur. Beyazıt taraftarı olan Kara Tatarlar Timur tarafına geçince Osmanlı ordusu dağılır ve Beyazıt esir düşer. Askerler Yıldırım Beyazıt'ı alır, Timur'un huzuruna getirirler. Beyazıt'ı gören Timur, altan altan güler. Timur'un güldüğünü gören Beyazıt, biraz da kırgınlığını belirten bir tavırla Timur'a sorar, "Beni esir aldığın için halime gülüyorsun değil mi"? Timur da hemen cevap verir ve derki "Ben senin haline gülmüyorum. Ben bu koskoca ülkenin haline gülüyorum. Ki bu koskoca ülke, senin gibi bir körle, benim gibi bir topala kalmıştır. Ben ona gülüyorum." Der (Tarihçiler, Timur'un aksadığını, Beyazıt'ın da bir gözünden rahatsız olduğundan söz erdeler.)
Tabiri caiz ise ve teşbihte hata olmaz, gelin bu ülkeyi ve bu memleketi köre, topala teslim etmeyelim.
Yorumlar
Kalan Karakter: