Ne olur kusura bakma ki, yanında değilim. Zaruratden ve mecburiyetden
burada olduğumu sen de biliyorsun, Gerçek o ki seni hayata düzgün
yönlendirmek benim görevim. O açıdan her zaman senin yanında olmak,
ayağını yere sağlam basmak, aykada dim-dik durmana yardımcı olmak
isterim.
İnsanların genç delikanlı devri nasihata en çok ihtiyacı olan ve lakin en az nasihat kabul ettikleri zamandır. Ama ben senin İhtiyar babanım, adam gibi kendim de çok ihtiyarladım. Dünyanın her yüzünü, insanların her sıfatını görüb de yaşlanmış halime, dayalı tecrübeme saygı duyacağına, nasihatlarımı kabul edeceğine inanarak, sana bir kaç konuda nasihatda bulunmak istiyorum.
Canım oğlum, sen aklı başında bir babanın oğlu olmakla, akıllı-kamallı bir gençsin. Bilmeni istiyorum ki, fitri istidad, akıl ve kamal tecrübe ve verdiş olmadan kendini gösteremez. Tecrübe insanda akılı ve kamalı oyatır, verdiş ise onu cilalayır (traş edir) parlatır.
Kim ki, fitri aklı ve kamalıni peşede-sanatda tatbiq edib, tecrübede mükkemmelleşdirse, beşeriyyetin (insanlığın) elde etdiği nailiyetlerden başarıyla istifade etse, şu dünyada arzularına kavuşar, ö bür dünyada da rafahı bulur.
İlim ve bilginin elde edilmesi herşeyden önce insana kendi hürmetini yükseltmeye, izzeti-nafsını korumak için gerektir. İnsan kendi ilim ve bilgilerinden faydalanmasını bilmelidir. Aksi takdirde suyundan başkalarının faydalandığı çeşmeye benzer.
Aklın yolu birdir, Eğer burada müvaffakiyetin müayyan sırrı varsa, o da meseleye başka adamın gözüyle bakmayı başarmakdan ibaretdir.
Sevgili oğlum, insan aklı 8 hususda değerlendirilir.
Birinci- Nezaketli ve temkinli olmak.
İkinci- Kendi şahsını tanıyıb, kendi iradesine sahib olmak.
Üçüncü- Adil Padişahlara hizmet edib, onların arzu ve isteklerini yerine yetirmek.
Dördüncü- Kendi sırrını dostuna verib ya vermemesini bilmek.
Beşinci- Kendisinin ve başkalarının sırrını saklmakda
Altıncı-Padişahların karşısında tedbirli olub, tatlı dilde konuşmayı bilib, çevresindekilerle iyi davranmayı başarmakda.
Yeddinci- Kendi diline sahib olmak, istenmedik laf konuşmamakda.
Sekkizinci- Toplantılarda susmayı kendine bir nev adet etmesini, sorulmayan soruları cevaplandırmak gibi, gereksiz kelimeleri dile getirmekden çekinmekde.
Canım oğlum, galiba biraz felsefe konuşdum. Seni düşünmeye zorladım. Tüm şunları söylemekde kasdım hiç de seni susdurmak değildi. Hani o meşhur ata sözümüz varya “Konuşmak gümüşse, susmak altındır.” Onun her zaman geçerli olmadığının bilincindeyim. Herşey zamana göre değişir. Mesela sınavda imtahanda öğretmenlerinin sorularını cevaplandırmayan öğrencinin hali nasıl olacak sende biliyorsun.
Hiç konuşmadan kendini bulunduğun çevrede ortama tanıtamaszın.
Hayatda hakkını talab etmeyenlerin, hakkının yeyildiğini her zaman şahidi oluruk.Canım oğlum, bir ata sözümüz daha var. “Melemeyene süt vermezler.”
Canım benim, sübuta dayalı delillerle, tatlı dilde konuşmasını bil! Her zaman-her yerde hakkını talep et! Hayat mübarizedir- derler. Yaşamak isteyenler mücadele eder hakkını alarlar. Hayatda kazandıkların her zaman senin olarak kalmalıdır. Emellerinin insanlar ve devlet tarafından değerlendirilmesine çalışmalısın. Aksi takdirde zaman-zaman unutulursun veya unutturulursun, emellerini de başkaları üstlenir.
Emel,iş eşya veya canlı varlık olarak ne olursa olsun senin olanları sahiplenemsini bil.
Hakkını talep etmeyenler hayatda yaşamayanlardır. Bıkdım,usandım diyerek pes edenler hayatla vedalaşmak isteyenlerdir.
Hayat aşkı, güzel yaşamak sevdası, seni hiç bir zaman terk etmesin, ama zamanı ve mekanı değerlendirmesini bil.
Sevgili oğlum, sana zaman ve mekanla alakalı bir hikayeyi hatırlatmak istiyorum, lütfen dikkatla oku, anlamaya çalış, bilmen senin için yararlı olur. Hikaye şöyledir...
Ailesinin geçimini-kendi çıkarlarını denizden sağlayan eski bir balıkcı, babasından kalma yıpranmış, eski-kürekli (avarlı) teknesiyle denize açılmışdı. Allahın merhametinden ve sehafetinden rast gele eli uğurlu olmuşdu. Gününün değil, yılının değil, hayatının avını avlamışdı. Teknesi nere balıklarıyla doluydu. Kıyıya dönecek, nere balıklarının nefis etini pahalı kıymete satacak, balıkların karnından çıkaracağı altından kıymetli siyah havyarı ile kendisine yeni,daha büyük motorlu kater alacak, geniş yaraşıqlı her türlü mazemesiyle banyolu,mutfaklı güzel bir ev alıcak, şimdi yaşadığı yeraltı kazmadan kurtulacakdı. Hayatı başdan-başa değişecek, çocuklarını okula gönderecek, bambaşka bir adam olacakdı.Hayallar onu güzellikler dünyasına götürmüşdü. Bir anlığa kendini dünyanın en bahtiyar adamı sanmışdı ki, bu anda yüksek hızla üzerine gelen kocaman bir korsan gemisini gördü. Sayısız servetlerle dolu olan korsan gemisi ondan kilometrelerce uzakda aniden batmaya başladı. Kısa bir zaman kesiyiğinde deniz sularına gerg olan geminin personelinin haray-imdad sesleri elayi-erşe yükselirdi.
Balıkçı seyricisi odluğu bu garip menzereden çok mutaasir olmuşdu. Şanslı balıkçı mahv olmakda olan insan hayatına bigane kalamazdı. Allahü-Tealanın ona nasib etdiği kısmeti-hayatının avını-iki tondan fazla Nere balıklarını ve onların karnındaki 100 kilodan fazla siyah havyarı denize boşaltarak, boğulmakda olan denizçileri kurtarmaya can atırdı.
Balıkçı boğulmakda olan denizçilere vardıkda batmış geminin heyetinden bir haylısı artık boğulmuşdu. Kendini zorlukla su üzerinde tutan, baygınlık geçirerek kendinden geçmiş otuz kişiyi kurtaran balıkçının kürek çekmeye hali kalmamışdı. O da öbür denizçiler gibi teknede hareketsiz uzanmışdı.
Balıkçı kendine gelince artık hava karalmışdı. Onun teknesine de su dolurdu, tekne de batmakdaydı. Balıkçı (Peter) bütün geceyi bir dakka durmadan çalışdı. Teknenin suyunu boşaltdı. Baygın denizçiler kurcalandıkca, tekne de sallanırdı, aşırı derece de yüklü olduğundan yine de tekne su ile dolurdu. Şöyle devam etse hepsi boğulacakdı.
Bu arada köpek balıkları da bayram sofrası açmışdı. Boğulan denizçilerin cesetlerini keyifle parçalayır, atır-tutur aynen bir basketbol oyunu gibi cesetleri oynatır didişdirirlerdi. Cesetler qurtardıkdan sonra teknedekilere hücum etme ihitmalı da vardı. Bu açıdan oradan hızla uzaklaşamak gerekiyordu.
Balıkçı kürekleri asılarak bütün geceyi durmadan kürek çekdi. Batan gemiden bir hayli uzaklaşmışlardı. Sabah-Sabah kıpırdamaya başlayan denizçiler, kendilerini yeniden suyun içinde buldular. Çünki tekne yine su ile dolmuşdu. Balıkçı teknenin aşırı yüklendiğini, teknenin bu yükü kaldıramayacağını, böyle devam ederse herkesin boğulacağını onlara anlatdı.
Ne yapacaklarını bilmeyen denizçiler, balıkçıya umutla bakır, birşeyler yapmasını ondan rıza edirdiler. Balıkçının teklifi ile birkaç kişi tekneden denize atladı, kalanları kovayla teknenin suyunu boşaltırdı. Böylesine bir hayli yol kat etmişlerdi. Denizin buz gibi soğuk sularında bir kaç kişinin birden üşüdüğünü ve herkesin hastalanacağını balıkçının yeni teklifi hamının hoşuna gitmişdi. Teklif şuydu:
-Tekneye bağlanmış halatın ucundan tutup bir kişi suya düşsün, iki kişi kürek çeksin ve kalanları uslu-uslu otursunlar.Tekne ileriledikce halatın ucundan tutan kişide tekneye ağırlık salmadan onlarla beraber ilerlemiş olur. Zaman–Zaman halatın ucundaki kişiyi birer-birer değişsinler.
Bu üsulla hayli yol kat etmişlerdi, herkes kendi sırasında halatın ucunda suda sallanmıştı. Halattan sallanmak sırası balıkcıdaydı. Denizçiler kurtarıcılarını halattan sallanmaya zorladılar.
Balıkçı hiç bir şey demeden tereddüt etmeden güvenli şekilde halattan tutup kendini denizin sularına bıraktı. Herkesten fazla suda kalan balıkçı üşüyordu, onu tekneye almalarını söyledi. Denizçiler duymazdan geldi. Balıkçı halatı toplayarak tekneye yaklaşmak istediyi anda bir kürek kafasına geldi.
Ne yapıyorsun kardeş? Diye balıkçı bağırdı.
Kusura bakma kardeşim, kasten olmadı. Sen fazlasıyla yaklaşmıştın da, istemeyerekten kürek kafana dokundu.
Hadi beni tekneye alın. Su çok soğuk, hastalanırım.
Denizçıler yine duymazdan gelip. Balıkçının söylediklerini dinlemiyorlardı.
-Arkadaşlar bunun şakası olmaz, ben hastalanırım. Diye balıkçı bağırdı. Korsanlar yine vurdumduymaz halleriyle devam edir, balıkçıya ehemiyyet vermiyorlardı.
Balıkçı yeniden halatı toplayarak tekneye yaklaşmaya çalışıyordu ki, kafasına kürekle kuvvetli bir darbe aldı. Ama halattan sıkıca tutan balıkçı onu bırakmak niyyetinde değildi. Korsanlar küreklerle saldırmaya başladı. Biri-birinin ardından kafasına kürek darbeleri yiyen balıkcının kafası yarılmışdı.
Ne yapıyorsun kardeş? Ben sizin kurdarıcınız, arkadaşınız balıkcıyım, köpek balığı falan değilim. Kafama küreklere vurursunuz, ayıp değil mi?
Arkadaşımız mı? Kurtarıcımız mı?, ayıp mı söylüyorsun? Köpek balığı değilsin dedin, ama köpek balığı senden daha iyi olmazmıydı? Neredeyse etinden faydalanırdık..., Sen mi bizi kurtarmışsındır? O zaman kendini kurtar bakalım. Diyen denizcı zavallı balıkcının kafasına daha bir kürek darbesi indirdi.
Halata sarılan balıkcı halatı bırakmak değil. tekneye kalkmanın peşindeydi. Bu zaman denizciler ona küreklerle vurup. Tekmeleyip tekneye kalkmasına engel olurdular. Denizcilerden biri balıkcının tekneye bağlanmış halatını kesti balıkcını tekneden ayırmak mümkün oldu.
Küreklere asılan denizcıler hızla balıkcıdan uzaklaşmışlardı.
Balıkcı bir hayli suyun yüzünde kararsız kaldı. Acaba ”kader arkadaşları “ın peşındenmı gitsin. Yoksa ki, aksi yönden geldiği tarafa geri dönsün? O ki, “arkadaşlarının” gittiği yönde kara görünüyordu. Aksi yönde ise ac köpek balıkları ve ucsuz bucaksız sularının dibi görünmeyen deniz vardı.
Kocaman denizle baş-başa kalan balıkcı sulara teslim olmamıştı. Karada yürüdüğü kadarıyla sularda yüzmesini bilen balıkcı sırt üste uzanıb uykuya dalmıştı. Uykudayken dalgalar onu sahile biraz daha yaklaştırmıştı.
Çıkacağı sahilde fırtınadan kurtardığı “kader arkadaşları” – onu denizle baş-başa bırakan, batan geminin korsanları, aksi yönde ise sonu görünmeyen mavi sular, ac ve yırtıcı köpek balıkları. Nereye gitmesine karar verememişti.
Sonuç aynı, mekan ve zaman farklıydı. İşte kader bu. Kaderden kaçmak neredeyse imkansız. Allahın hükmü neyse bu bizim kaderimiz, biz onu yaşayacağız. Demiş: - Balıkcı doğru “kader arkadaşları”nın bulunduğu sahile doğru yüzmüştü. Bilinen balıkcıya orada hayat var mıydı?
Ama o sadece bir köylü,sıradan bir balıkcı oğluydu. Öz sahte- tahta atıyla Tryvanı ve elecede kudretli ordularıyla dünyanın yarısını işkal etmeyi başaran, denizleri fett eden, denizler tanrısı Paseydonun Çıklop oğlunu öldüren, büyüler tanrıcası Kirkenin esaretinden kurtarmayı başaran, kendi kaderini değişmesini bilen, Allahu talanın ölünsüzlükle ödüllündirmek istediğini. Ölmüş annesiyle buluşmak namına öbür dünyaya gidip te, geri döndükten sonra ölümsüzlüğü kabul etmeyen, on dokuz yıl önce ayrıldığı vatanı İtakanı, sadakatlı karısı Penalopeni, oğlu Telemaksı ve çökmelte olan krallığını kurtarmak için fakir dilençi kılığında, kendi sarayına gelen sinsi ve tedbirli, cesaretli ve çok... hemde çok akıllı Odiseyus değildi.
Sevgili oğlum, balıkcının durumu könül açan değildi, şu durumda o yalnız ve yalnız “kader arkadaşları”nın padışahlığı altında olan memlekette, dünyaca meşhur “Şahname”yi yazan ünlü doğu yazarı Ebülgasım Firdovsi olabilirdi. O Firdovsi ki, 934-cü senesinde İranın Horasan vilayetinin Tus şehri yakınlığındakı Teberan köyünde dünyaya gelmiş, 1020 ve ya 1030-cu yılda Tus şeherinde vefat etmişdir.
Iran tarihi Ve kültürünü terennüm eden zulume ve adaletsizliğe karşı yöneliş eserleri zamanının padişahlarının hoşuna gitmemişdi.
Aşk ve Tabiat romanları müellifi ünlü yazarı, zamanının padişahı sarayına davet eder, yazarın şerefine ziyafet düzenler. Sohbet esnasında padişah ünlü yazarın sarayda kalmasını ve memleketin padişahını terennüm eden” Şahname” eserini yazmasını ondan rica etmişdir.
- Afedersiniz padişahım yazamam
-Bu ne cüret.Sen padişahına karşı mı çıkıyorsun?.
-Efendim bu benim haddim değil, ben size karşı koyamam.
-O zaman neden yazmıyorsun ki, beni mi sevmedin?
-Hayır efendim. Size saygılarım sonsuzdur.
-Beni mi beğenmedin,sarayımı mı beğenmidin, yoksa usul-idaremi mi beğenmidin?
-Beni doğru anlamadınız padişahım, benim buna ilhamım yok.
-Bu ne biçim bir insan ya, hala bir de anlamaz oluruz şunun karşısınnda.Atın zindana onu, aklı başınca gelince orada kalsın! Söylemiş padişah:
Yazarı zindana kapatmışlardı, gardianlardan yalnızca kağıt ve kalem isteyen yazar, 3 yıl zindanda oturduğu müddetde, meşhur felsefi eserlerinden olan “Müarifetname”yi yazmış.Heç umursamamışdır.
Bir Yazarın en iyi arkadaşı kendi düşünceleri ve kendi hatıralarıdır demiş.ömrünün sonuna kadar zindanda oturup eserlerini yazmaya hazır idi. O zamana kadar ki, koyunları kurta kapdıran çobanı onu hücresine getirmişlerdi.
Ömrü dağlarda otlaklarda,yaylaklarda,ormanlarda geçen çobanı hücrenin kalın duvarları sıkırdı. Bir dakka bir yerde duramayan çoban var-gel ederek sürekli dolaşır kendi-kendine mırıldanırdı.
Hücrenin eski sakini,ünlü yazar Ebülkasım Firdovsi yeni misafirini hali perişan görüb mütessir olmuşdu. Onu sakinleşdirmek ona destek olmak derdine şerik olmak istemişdi.
-Üzülme arkadaş, gel sohbet edelim söylemiş: ünlü yazar.
-Ne sohbet edecez kardeş? Burası benim yerim değildir.Kırk yıldır ki padişaha hizmet eder, koyunlarını otarırım, şu kırk senede yezer-sezekden savayı ondan istediğim bir şey olmadı. Babam babasının çobanı olmuş, kendisi benim çocukluk arkadaşımdı. Her zaman onlara sadakatla hizmet etmişiz. Benim sadakıtımın karşılığı bu olmaması gerekir.
Burası bana göre değil, ben hür doğdum, dağları,otlakları,ormanları,yaylakları özgürce gezib dolaşdım.özgürlük benim peşemdir. Ben burada kalamam, ölürüm, burası beni çok sıkır.
-Kendine eziyet etme kardeşim, hele gel yanımda otur, sohbet et bakalım senin suçun neymiş?
-Ne suç kardeşim? Benim suçum yok ki, koyunları kurtdan koruyamamışımdır da ondan. “Böyük felaket kopmuş?” koskoca padişahın sürüsüne daraşan kurtlar cemisi 60 koyunu parçalamışlardı. Bundan ötrü 40 yıllık hizmete karşın beni dövdürüb, eziyet edib işgence verib de zindana mı atmak lazım? Ben burada nasıl kalırım? Bağrım çatlar ölürüm biter gider.
-Gam yeme kardeşim alışırsın, bak ben 3 senedir buradayım. Heç umursamadım. Şurada olduğum müddetde bir kimse beni rahatsız etmedi.Rahat-rahat oturub yazılarımı yazdım.
Çoban gelib ünlü yazar Firdovsi ile yüz-yüze oturmuşdu.
-Ben kendi hikayemi söyledim, şimdi sen anlat bakalım, sen kimsin? Suçun ne? Ne sebepden buradasın? Daha ne kadar kalacaksın?
Ünlü yazar kendi hayat hikayesini anlatmaya başlamış, başına gelenleri söylemekde devam ediyordu. Bu arada çoban hüngür-hüngür ağlıyor göz yaşlarını tutamıyordu.
Hali tarimar olan çobana bakan yazar susmuş çobanın göz yaşlarını silmeye kalkmışdı.
-Hikayem çok acı, değilmi? Söyledi: ünlü yazar.
-Hayır sen söylemekde devam et, asıl acı olan başka şeydi.
-Seni bunca ağlatan, param-parça eden şey neymiş öyle?
-Hocam sen konuşurken, ben sürünün önderi-herkesden önce giden nereye gidse sürüyü peşinden aparan, sürünün kılavuzu kocaman güzel tekemi hatırladım.
Ağaç dallarından yaprak yiyen tekenin güzel sakalı aynen senin sakalın gibi sallanardı.
Sen konuşdukca benim gözlerim senin sakalındaydı, halimse tekenin yanında.Senin konuşduklarından hiç bir şey anlamadım ki
-Demek ki sen beni duymuyorsun, dediklerimi anlamamışsın, oysa ben düşünmüşdüm ki sen beni can kulağıyla dinliyorsun. Söylediklerimi anlamışsındır ve benim halime acımış göz yaşlarını tutamamışsın.
Sen ise benim sakalıma bakıbda kendi tekeni hatırlayarak ağlıyorsun.
Ne kadar cahil ne kadar nadanmışsın?
Ben ise padişahın sarayındansa burayı zindanı-mehbesi tercih etmişdim. Ben çok yanılmışımdır.
Senin gibi nadanla bir hücrede kalmakdansa, padişahın sarayında kalıb “Şahname”yi yazarım. Söylemiş: ünlü yazar.
Yerinden kalkıb doğru hücrenin kapısına gelen ünlü yazar hücrenin kapısını çalıb gözetçilere-gardianlara seslenmiş ve söylemiş ki gidin padişaha haber verin Ebülqasım Firdovsi şahnameyi yazmaya razıdır deyin.
Padişaha haber ulaşır-ulaşmaz, hemen ünlü yazarı hücreden alıp götürmüşlerdi. 976 yılından 1010-cu yıladek padişahın sarayında olan ünlü yazar Ebülqasım Firdovsi 55000 beyitden ibaret 50 padişahlık devrine ait, Rüstem Zal ve Südabe, Rüstemin yedi kahramanlık savaşı, Rüstem ve Söhrab, İsfendiyarın yedi kahramanlık savaşı,Rüstem ve İsfendiyar, Kuşanlı Komuz,Makedonyalı İsgender bir çok kahramanlar ve padişahlar hakkında olan “Şahname” eserini (Epos) yazıb zamanın padişahı Sultan Mahmud Gazneviye takdim etmişdir.
Dünyaya ün salan “Şahname” padişahın da hoşuna gitmişdi. Şahnameni değerlendiren padişah eserdeki beyitlerin sayı kadar-55000 (elli beş bin) altınla yazarı ödüllendirmek hakkında ferman imzalamışdı. Lakin ödül olarak gönderilen 55000 eded altınlar ünlü yazara götürülerken Tus şeherinin bir kapısından padişahın adamları dahil olurken, ünlü yazır Ebülqasım Firdovsinin cenazesi şehrin öbür kapısından çıkarılmakdaydı.
Sevgili oğlum zamanı ve mekanı doğru değerlendirmeni, zamana uyğun düzgün kararlar kabul etmeni istiyorum. Balıkçıdan ibret, Firdovsiden ders alman senin için yayarlı olur.
Canım benim, zaman boşu-boşuna akıb gitmez, her geçen gün hayatda derin izlerini bırakıb gider. Hayatının şen ve ferahlı, ömrünün manalı geçmesini istiyorum.
Sevgili oğlum, yaşadığımız şu fani dünyada nadan çobanların çok olduğu bir zamanda, keskin tenqid ve tenbehler az kala bütünlükde behresiz olur. Her hansı bir budala tenqid ede biler, pisdir söyleye bilir ve protesto eder.
Adeta budalaların çoğunlukla ekseriyeti bele eder.
Ama tarif demek, met etmek her kişinin işi değil. Bu açıdan yakından tanıdığın adil padişahların iyi işlerini tariflemekden çekinme.
Canım oğlum, senin fırsatları iyi değerlendirmeni,şanslı balıkçı veya aklını iyi kullanmasını bilen, sınırsız bilgiler sahibi Firdovsi olmanı inan çok isterim.
Bilmeni istiyorum ki şans herkesin üzüne güle bilir, ama her kişi Firdovsi olamaz.
Canım benim, balıkçı zaman-zaman unutuldu veya kasıtlı olarak unutturuldu. Şimdi bir kimse balıkçının kim olduğunu hatırlamıyordur.
Firdovsi ise kendi isteği ile yazdıkları ile değil, zamanın hükmü ile padişahın isteği üzere yazmış olduğu “Şahname” ile ünlü oldu. 1020-cı yılda ölmüş olmasına rağmen halen de var insanlar tarafından anılır sevilerek yaşatılmakdadır.
Sevgili oğlum, eğer ki ismini dünyaya duyurmak-adından söz ettirmek, iyiler gibi anılmak istiyorsansa şu fani dünyada acgözlü ve para düşkünü olma. Eyş-işret ve servet insanı dünyavi işlere sıkıca sarılmasına sevgiler. Sen doğru olanını seç. Hayırlı işler görüb sevab kazanmaya çalış. Çünkü istikamet namelum, yol korkunç, arkadaşlar itibarsız, yolculuk yakındadır.
Dostlarına, arkadaşlarına, akrabalarına da çok güvenme ve onlarla bir yerde olmaya özel olarak heves gösterme. Çünkü er yada geç yolun sonunda ayrılık var. Ömür kervanı gelib geçer. Uyanık ol ahiretini kaybetme, bilki ahiret şu dünyada kazanılır.
Canım oğlum, seni Allaha emanet ederim. Allahdan umut kesilmez, gün gelir görüşürüz.
Ağlama yavrucum,dönecek baban.
Rahm eder bize de bizi yaratan.
İhtiyar Zamanov İSTANBUL
İnsanların genç delikanlı devri nasihata en çok ihtiyacı olan ve lakin en az nasihat kabul ettikleri zamandır. Ama ben senin İhtiyar babanım, adam gibi kendim de çok ihtiyarladım. Dünyanın her yüzünü, insanların her sıfatını görüb de yaşlanmış halime, dayalı tecrübeme saygı duyacağına, nasihatlarımı kabul edeceğine inanarak, sana bir kaç konuda nasihatda bulunmak istiyorum.
Canım oğlum, sen aklı başında bir babanın oğlu olmakla, akıllı-kamallı bir gençsin. Bilmeni istiyorum ki, fitri istidad, akıl ve kamal tecrübe ve verdiş olmadan kendini gösteremez. Tecrübe insanda akılı ve kamalı oyatır, verdiş ise onu cilalayır (traş edir) parlatır.
Kim ki, fitri aklı ve kamalıni peşede-sanatda tatbiq edib, tecrübede mükkemmelleşdirse, beşeriyyetin (insanlığın) elde etdiği nailiyetlerden başarıyla istifade etse, şu dünyada arzularına kavuşar, ö bür dünyada da rafahı bulur.
İlim ve bilginin elde edilmesi herşeyden önce insana kendi hürmetini yükseltmeye, izzeti-nafsını korumak için gerektir. İnsan kendi ilim ve bilgilerinden faydalanmasını bilmelidir. Aksi takdirde suyundan başkalarının faydalandığı çeşmeye benzer.
Aklın yolu birdir, Eğer burada müvaffakiyetin müayyan sırrı varsa, o da meseleye başka adamın gözüyle bakmayı başarmakdan ibaretdir.
Sevgili oğlum, insan aklı 8 hususda değerlendirilir.
Birinci- Nezaketli ve temkinli olmak.
İkinci- Kendi şahsını tanıyıb, kendi iradesine sahib olmak.
Üçüncü- Adil Padişahlara hizmet edib, onların arzu ve isteklerini yerine yetirmek.
Dördüncü- Kendi sırrını dostuna verib ya vermemesini bilmek.
Beşinci- Kendisinin ve başkalarının sırrını saklmakda
Altıncı-Padişahların karşısında tedbirli olub, tatlı dilde konuşmayı bilib, çevresindekilerle iyi davranmayı başarmakda.
Yeddinci- Kendi diline sahib olmak, istenmedik laf konuşmamakda.
Sekkizinci- Toplantılarda susmayı kendine bir nev adet etmesini, sorulmayan soruları cevaplandırmak gibi, gereksiz kelimeleri dile getirmekden çekinmekde.
Canım oğlum, galiba biraz felsefe konuşdum. Seni düşünmeye zorladım. Tüm şunları söylemekde kasdım hiç de seni susdurmak değildi. Hani o meşhur ata sözümüz varya “Konuşmak gümüşse, susmak altındır.” Onun her zaman geçerli olmadığının bilincindeyim. Herşey zamana göre değişir. Mesela sınavda imtahanda öğretmenlerinin sorularını cevaplandırmayan öğrencinin hali nasıl olacak sende biliyorsun.
Hiç konuşmadan kendini bulunduğun çevrede ortama tanıtamaszın.
Hayatda hakkını talab etmeyenlerin, hakkının yeyildiğini her zaman şahidi oluruk.Canım oğlum, bir ata sözümüz daha var. “Melemeyene süt vermezler.”
Canım benim, sübuta dayalı delillerle, tatlı dilde konuşmasını bil! Her zaman-her yerde hakkını talep et! Hayat mübarizedir- derler. Yaşamak isteyenler mücadele eder hakkını alarlar. Hayatda kazandıkların her zaman senin olarak kalmalıdır. Emellerinin insanlar ve devlet tarafından değerlendirilmesine çalışmalısın. Aksi takdirde zaman-zaman unutulursun veya unutturulursun, emellerini de başkaları üstlenir.
Emel,iş eşya veya canlı varlık olarak ne olursa olsun senin olanları sahiplenemsini bil.
Hakkını talep etmeyenler hayatda yaşamayanlardır. Bıkdım,usandım diyerek pes edenler hayatla vedalaşmak isteyenlerdir.
Hayat aşkı, güzel yaşamak sevdası, seni hiç bir zaman terk etmesin, ama zamanı ve mekanı değerlendirmesini bil.
Sevgili oğlum, sana zaman ve mekanla alakalı bir hikayeyi hatırlatmak istiyorum, lütfen dikkatla oku, anlamaya çalış, bilmen senin için yararlı olur. Hikaye şöyledir...
Ailesinin geçimini-kendi çıkarlarını denizden sağlayan eski bir balıkcı, babasından kalma yıpranmış, eski-kürekli (avarlı) teknesiyle denize açılmışdı. Allahın merhametinden ve sehafetinden rast gele eli uğurlu olmuşdu. Gününün değil, yılının değil, hayatının avını avlamışdı. Teknesi nere balıklarıyla doluydu. Kıyıya dönecek, nere balıklarının nefis etini pahalı kıymete satacak, balıkların karnından çıkaracağı altından kıymetli siyah havyarı ile kendisine yeni,daha büyük motorlu kater alacak, geniş yaraşıqlı her türlü mazemesiyle banyolu,mutfaklı güzel bir ev alıcak, şimdi yaşadığı yeraltı kazmadan kurtulacakdı. Hayatı başdan-başa değişecek, çocuklarını okula gönderecek, bambaşka bir adam olacakdı.Hayallar onu güzellikler dünyasına götürmüşdü. Bir anlığa kendini dünyanın en bahtiyar adamı sanmışdı ki, bu anda yüksek hızla üzerine gelen kocaman bir korsan gemisini gördü. Sayısız servetlerle dolu olan korsan gemisi ondan kilometrelerce uzakda aniden batmaya başladı. Kısa bir zaman kesiyiğinde deniz sularına gerg olan geminin personelinin haray-imdad sesleri elayi-erşe yükselirdi.
Balıkçı seyricisi odluğu bu garip menzereden çok mutaasir olmuşdu. Şanslı balıkçı mahv olmakda olan insan hayatına bigane kalamazdı. Allahü-Tealanın ona nasib etdiği kısmeti-hayatının avını-iki tondan fazla Nere balıklarını ve onların karnındaki 100 kilodan fazla siyah havyarı denize boşaltarak, boğulmakda olan denizçileri kurtarmaya can atırdı.
Balıkçı boğulmakda olan denizçilere vardıkda batmış geminin heyetinden bir haylısı artık boğulmuşdu. Kendini zorlukla su üzerinde tutan, baygınlık geçirerek kendinden geçmiş otuz kişiyi kurtaran balıkçının kürek çekmeye hali kalmamışdı. O da öbür denizçiler gibi teknede hareketsiz uzanmışdı.
Balıkçı kendine gelince artık hava karalmışdı. Onun teknesine de su dolurdu, tekne de batmakdaydı. Balıkçı (Peter) bütün geceyi bir dakka durmadan çalışdı. Teknenin suyunu boşaltdı. Baygın denizçiler kurcalandıkca, tekne de sallanırdı, aşırı derece de yüklü olduğundan yine de tekne su ile dolurdu. Şöyle devam etse hepsi boğulacakdı.
Bu arada köpek balıkları da bayram sofrası açmışdı. Boğulan denizçilerin cesetlerini keyifle parçalayır, atır-tutur aynen bir basketbol oyunu gibi cesetleri oynatır didişdirirlerdi. Cesetler qurtardıkdan sonra teknedekilere hücum etme ihitmalı da vardı. Bu açıdan oradan hızla uzaklaşamak gerekiyordu.
Balıkçı kürekleri asılarak bütün geceyi durmadan kürek çekdi. Batan gemiden bir hayli uzaklaşmışlardı. Sabah-Sabah kıpırdamaya başlayan denizçiler, kendilerini yeniden suyun içinde buldular. Çünki tekne yine su ile dolmuşdu. Balıkçı teknenin aşırı yüklendiğini, teknenin bu yükü kaldıramayacağını, böyle devam ederse herkesin boğulacağını onlara anlatdı.
Ne yapacaklarını bilmeyen denizçiler, balıkçıya umutla bakır, birşeyler yapmasını ondan rıza edirdiler. Balıkçının teklifi ile birkaç kişi tekneden denize atladı, kalanları kovayla teknenin suyunu boşaltırdı. Böylesine bir hayli yol kat etmişlerdi. Denizin buz gibi soğuk sularında bir kaç kişinin birden üşüdüğünü ve herkesin hastalanacağını balıkçının yeni teklifi hamının hoşuna gitmişdi. Teklif şuydu:
-Tekneye bağlanmış halatın ucundan tutup bir kişi suya düşsün, iki kişi kürek çeksin ve kalanları uslu-uslu otursunlar.Tekne ileriledikce halatın ucundan tutan kişide tekneye ağırlık salmadan onlarla beraber ilerlemiş olur. Zaman–Zaman halatın ucundaki kişiyi birer-birer değişsinler.
Bu üsulla hayli yol kat etmişlerdi, herkes kendi sırasında halatın ucunda suda sallanmıştı. Halattan sallanmak sırası balıkcıdaydı. Denizçiler kurtarıcılarını halattan sallanmaya zorladılar.
Balıkçı hiç bir şey demeden tereddüt etmeden güvenli şekilde halattan tutup kendini denizin sularına bıraktı. Herkesten fazla suda kalan balıkçı üşüyordu, onu tekneye almalarını söyledi. Denizçiler duymazdan geldi. Balıkçı halatı toplayarak tekneye yaklaşmak istediyi anda bir kürek kafasına geldi.
Ne yapıyorsun kardeş? Diye balıkçı bağırdı.
Kusura bakma kardeşim, kasten olmadı. Sen fazlasıyla yaklaşmıştın da, istemeyerekten kürek kafana dokundu.
Hadi beni tekneye alın. Su çok soğuk, hastalanırım.
Denizçıler yine duymazdan gelip. Balıkçının söylediklerini dinlemiyorlardı.
-Arkadaşlar bunun şakası olmaz, ben hastalanırım. Diye balıkçı bağırdı. Korsanlar yine vurdumduymaz halleriyle devam edir, balıkçıya ehemiyyet vermiyorlardı.
Balıkçı yeniden halatı toplayarak tekneye yaklaşmaya çalışıyordu ki, kafasına kürekle kuvvetli bir darbe aldı. Ama halattan sıkıca tutan balıkçı onu bırakmak niyyetinde değildi. Korsanlar küreklerle saldırmaya başladı. Biri-birinin ardından kafasına kürek darbeleri yiyen balıkcının kafası yarılmışdı.
Ne yapıyorsun kardeş? Ben sizin kurdarıcınız, arkadaşınız balıkcıyım, köpek balığı falan değilim. Kafama küreklere vurursunuz, ayıp değil mi?
Arkadaşımız mı? Kurtarıcımız mı?, ayıp mı söylüyorsun? Köpek balığı değilsin dedin, ama köpek balığı senden daha iyi olmazmıydı? Neredeyse etinden faydalanırdık..., Sen mi bizi kurtarmışsındır? O zaman kendini kurtar bakalım. Diyen denizcı zavallı balıkcının kafasına daha bir kürek darbesi indirdi.
Halata sarılan balıkcı halatı bırakmak değil. tekneye kalkmanın peşindeydi. Bu zaman denizciler ona küreklerle vurup. Tekmeleyip tekneye kalkmasına engel olurdular. Denizcilerden biri balıkcının tekneye bağlanmış halatını kesti balıkcını tekneden ayırmak mümkün oldu.
Küreklere asılan denizcıler hızla balıkcıdan uzaklaşmışlardı.
Balıkcı bir hayli suyun yüzünde kararsız kaldı. Acaba ”kader arkadaşları “ın peşındenmı gitsin. Yoksa ki, aksi yönden geldiği tarafa geri dönsün? O ki, “arkadaşlarının” gittiği yönde kara görünüyordu. Aksi yönde ise ac köpek balıkları ve ucsuz bucaksız sularının dibi görünmeyen deniz vardı.
Kocaman denizle baş-başa kalan balıkcı sulara teslim olmamıştı. Karada yürüdüğü kadarıyla sularda yüzmesini bilen balıkcı sırt üste uzanıb uykuya dalmıştı. Uykudayken dalgalar onu sahile biraz daha yaklaştırmıştı.
Çıkacağı sahilde fırtınadan kurtardığı “kader arkadaşları” – onu denizle baş-başa bırakan, batan geminin korsanları, aksi yönde ise sonu görünmeyen mavi sular, ac ve yırtıcı köpek balıkları. Nereye gitmesine karar verememişti.
Sonuç aynı, mekan ve zaman farklıydı. İşte kader bu. Kaderden kaçmak neredeyse imkansız. Allahın hükmü neyse bu bizim kaderimiz, biz onu yaşayacağız. Demiş: - Balıkcı doğru “kader arkadaşları”nın bulunduğu sahile doğru yüzmüştü. Bilinen balıkcıya orada hayat var mıydı?
Ama o sadece bir köylü,sıradan bir balıkcı oğluydu. Öz sahte- tahta atıyla Tryvanı ve elecede kudretli ordularıyla dünyanın yarısını işkal etmeyi başaran, denizleri fett eden, denizler tanrısı Paseydonun Çıklop oğlunu öldüren, büyüler tanrıcası Kirkenin esaretinden kurtarmayı başaran, kendi kaderini değişmesini bilen, Allahu talanın ölünsüzlükle ödüllündirmek istediğini. Ölmüş annesiyle buluşmak namına öbür dünyaya gidip te, geri döndükten sonra ölümsüzlüğü kabul etmeyen, on dokuz yıl önce ayrıldığı vatanı İtakanı, sadakatlı karısı Penalopeni, oğlu Telemaksı ve çökmelte olan krallığını kurtarmak için fakir dilençi kılığında, kendi sarayına gelen sinsi ve tedbirli, cesaretli ve çok... hemde çok akıllı Odiseyus değildi.
Sevgili oğlum, balıkcının durumu könül açan değildi, şu durumda o yalnız ve yalnız “kader arkadaşları”nın padışahlığı altında olan memlekette, dünyaca meşhur “Şahname”yi yazan ünlü doğu yazarı Ebülgasım Firdovsi olabilirdi. O Firdovsi ki, 934-cü senesinde İranın Horasan vilayetinin Tus şehri yakınlığındakı Teberan köyünde dünyaya gelmiş, 1020 ve ya 1030-cu yılda Tus şeherinde vefat etmişdir.
Iran tarihi Ve kültürünü terennüm eden zulume ve adaletsizliğe karşı yöneliş eserleri zamanının padişahlarının hoşuna gitmemişdi.
Aşk ve Tabiat romanları müellifi ünlü yazarı, zamanının padişahı sarayına davet eder, yazarın şerefine ziyafet düzenler. Sohbet esnasında padişah ünlü yazarın sarayda kalmasını ve memleketin padişahını terennüm eden” Şahname” eserini yazmasını ondan rica etmişdir.
- Afedersiniz padişahım yazamam
-Bu ne cüret.Sen padişahına karşı mı çıkıyorsun?.
-Efendim bu benim haddim değil, ben size karşı koyamam.
-O zaman neden yazmıyorsun ki, beni mi sevmedin?
-Hayır efendim. Size saygılarım sonsuzdur.
-Beni mi beğenmedin,sarayımı mı beğenmidin, yoksa usul-idaremi mi beğenmidin?
-Beni doğru anlamadınız padişahım, benim buna ilhamım yok.
-Bu ne biçim bir insan ya, hala bir de anlamaz oluruz şunun karşısınnda.Atın zindana onu, aklı başınca gelince orada kalsın! Söylemiş padişah:
Yazarı zindana kapatmışlardı, gardianlardan yalnızca kağıt ve kalem isteyen yazar, 3 yıl zindanda oturduğu müddetde, meşhur felsefi eserlerinden olan “Müarifetname”yi yazmış.Heç umursamamışdır.
Bir Yazarın en iyi arkadaşı kendi düşünceleri ve kendi hatıralarıdır demiş.ömrünün sonuna kadar zindanda oturup eserlerini yazmaya hazır idi. O zamana kadar ki, koyunları kurta kapdıran çobanı onu hücresine getirmişlerdi.
Ömrü dağlarda otlaklarda,yaylaklarda,ormanlarda geçen çobanı hücrenin kalın duvarları sıkırdı. Bir dakka bir yerde duramayan çoban var-gel ederek sürekli dolaşır kendi-kendine mırıldanırdı.
Hücrenin eski sakini,ünlü yazar Ebülkasım Firdovsi yeni misafirini hali perişan görüb mütessir olmuşdu. Onu sakinleşdirmek ona destek olmak derdine şerik olmak istemişdi.
-Üzülme arkadaş, gel sohbet edelim söylemiş: ünlü yazar.
-Ne sohbet edecez kardeş? Burası benim yerim değildir.Kırk yıldır ki padişaha hizmet eder, koyunlarını otarırım, şu kırk senede yezer-sezekden savayı ondan istediğim bir şey olmadı. Babam babasının çobanı olmuş, kendisi benim çocukluk arkadaşımdı. Her zaman onlara sadakatla hizmet etmişiz. Benim sadakıtımın karşılığı bu olmaması gerekir.
Burası bana göre değil, ben hür doğdum, dağları,otlakları,ormanları,yaylakları özgürce gezib dolaşdım.özgürlük benim peşemdir. Ben burada kalamam, ölürüm, burası beni çok sıkır.
-Kendine eziyet etme kardeşim, hele gel yanımda otur, sohbet et bakalım senin suçun neymiş?
-Ne suç kardeşim? Benim suçum yok ki, koyunları kurtdan koruyamamışımdır da ondan. “Böyük felaket kopmuş?” koskoca padişahın sürüsüne daraşan kurtlar cemisi 60 koyunu parçalamışlardı. Bundan ötrü 40 yıllık hizmete karşın beni dövdürüb, eziyet edib işgence verib de zindana mı atmak lazım? Ben burada nasıl kalırım? Bağrım çatlar ölürüm biter gider.
-Gam yeme kardeşim alışırsın, bak ben 3 senedir buradayım. Heç umursamadım. Şurada olduğum müddetde bir kimse beni rahatsız etmedi.Rahat-rahat oturub yazılarımı yazdım.
Çoban gelib ünlü yazar Firdovsi ile yüz-yüze oturmuşdu.
-Ben kendi hikayemi söyledim, şimdi sen anlat bakalım, sen kimsin? Suçun ne? Ne sebepden buradasın? Daha ne kadar kalacaksın?
Ünlü yazar kendi hayat hikayesini anlatmaya başlamış, başına gelenleri söylemekde devam ediyordu. Bu arada çoban hüngür-hüngür ağlıyor göz yaşlarını tutamıyordu.
Hali tarimar olan çobana bakan yazar susmuş çobanın göz yaşlarını silmeye kalkmışdı.
-Hikayem çok acı, değilmi? Söyledi: ünlü yazar.
-Hayır sen söylemekde devam et, asıl acı olan başka şeydi.
-Seni bunca ağlatan, param-parça eden şey neymiş öyle?
-Hocam sen konuşurken, ben sürünün önderi-herkesden önce giden nereye gidse sürüyü peşinden aparan, sürünün kılavuzu kocaman güzel tekemi hatırladım.
Ağaç dallarından yaprak yiyen tekenin güzel sakalı aynen senin sakalın gibi sallanardı.
Sen konuşdukca benim gözlerim senin sakalındaydı, halimse tekenin yanında.Senin konuşduklarından hiç bir şey anlamadım ki
-Demek ki sen beni duymuyorsun, dediklerimi anlamamışsın, oysa ben düşünmüşdüm ki sen beni can kulağıyla dinliyorsun. Söylediklerimi anlamışsındır ve benim halime acımış göz yaşlarını tutamamışsın.
Sen ise benim sakalıma bakıbda kendi tekeni hatırlayarak ağlıyorsun.
Ne kadar cahil ne kadar nadanmışsın?
Ben ise padişahın sarayındansa burayı zindanı-mehbesi tercih etmişdim. Ben çok yanılmışımdır.
Senin gibi nadanla bir hücrede kalmakdansa, padişahın sarayında kalıb “Şahname”yi yazarım. Söylemiş: ünlü yazar.
Yerinden kalkıb doğru hücrenin kapısına gelen ünlü yazar hücrenin kapısını çalıb gözetçilere-gardianlara seslenmiş ve söylemiş ki gidin padişaha haber verin Ebülqasım Firdovsi şahnameyi yazmaya razıdır deyin.
Padişaha haber ulaşır-ulaşmaz, hemen ünlü yazarı hücreden alıp götürmüşlerdi. 976 yılından 1010-cu yıladek padişahın sarayında olan ünlü yazar Ebülqasım Firdovsi 55000 beyitden ibaret 50 padişahlık devrine ait, Rüstem Zal ve Südabe, Rüstemin yedi kahramanlık savaşı, Rüstem ve Söhrab, İsfendiyarın yedi kahramanlık savaşı,Rüstem ve İsfendiyar, Kuşanlı Komuz,Makedonyalı İsgender bir çok kahramanlar ve padişahlar hakkında olan “Şahname” eserini (Epos) yazıb zamanın padişahı Sultan Mahmud Gazneviye takdim etmişdir.
Dünyaya ün salan “Şahname” padişahın da hoşuna gitmişdi. Şahnameni değerlendiren padişah eserdeki beyitlerin sayı kadar-55000 (elli beş bin) altınla yazarı ödüllendirmek hakkında ferman imzalamışdı. Lakin ödül olarak gönderilen 55000 eded altınlar ünlü yazara götürülerken Tus şeherinin bir kapısından padişahın adamları dahil olurken, ünlü yazır Ebülqasım Firdovsinin cenazesi şehrin öbür kapısından çıkarılmakdaydı.
Sevgili oğlum zamanı ve mekanı doğru değerlendirmeni, zamana uyğun düzgün kararlar kabul etmeni istiyorum. Balıkçıdan ibret, Firdovsiden ders alman senin için yayarlı olur.
Canım benim, zaman boşu-boşuna akıb gitmez, her geçen gün hayatda derin izlerini bırakıb gider. Hayatının şen ve ferahlı, ömrünün manalı geçmesini istiyorum.
Sevgili oğlum, yaşadığımız şu fani dünyada nadan çobanların çok olduğu bir zamanda, keskin tenqid ve tenbehler az kala bütünlükde behresiz olur. Her hansı bir budala tenqid ede biler, pisdir söyleye bilir ve protesto eder.
Adeta budalaların çoğunlukla ekseriyeti bele eder.
Ama tarif demek, met etmek her kişinin işi değil. Bu açıdan yakından tanıdığın adil padişahların iyi işlerini tariflemekden çekinme.
Canım oğlum, senin fırsatları iyi değerlendirmeni,şanslı balıkçı veya aklını iyi kullanmasını bilen, sınırsız bilgiler sahibi Firdovsi olmanı inan çok isterim.
Bilmeni istiyorum ki şans herkesin üzüne güle bilir, ama her kişi Firdovsi olamaz.
Canım benim, balıkçı zaman-zaman unutuldu veya kasıtlı olarak unutturuldu. Şimdi bir kimse balıkçının kim olduğunu hatırlamıyordur.
Firdovsi ise kendi isteği ile yazdıkları ile değil, zamanın hükmü ile padişahın isteği üzere yazmış olduğu “Şahname” ile ünlü oldu. 1020-cı yılda ölmüş olmasına rağmen halen de var insanlar tarafından anılır sevilerek yaşatılmakdadır.
Sevgili oğlum, eğer ki ismini dünyaya duyurmak-adından söz ettirmek, iyiler gibi anılmak istiyorsansa şu fani dünyada acgözlü ve para düşkünü olma. Eyş-işret ve servet insanı dünyavi işlere sıkıca sarılmasına sevgiler. Sen doğru olanını seç. Hayırlı işler görüb sevab kazanmaya çalış. Çünkü istikamet namelum, yol korkunç, arkadaşlar itibarsız, yolculuk yakındadır.
Dostlarına, arkadaşlarına, akrabalarına da çok güvenme ve onlarla bir yerde olmaya özel olarak heves gösterme. Çünkü er yada geç yolun sonunda ayrılık var. Ömür kervanı gelib geçer. Uyanık ol ahiretini kaybetme, bilki ahiret şu dünyada kazanılır.
Canım oğlum, seni Allaha emanet ederim. Allahdan umut kesilmez, gün gelir görüşürüz.
Ağlama yavrucum,dönecek baban.
Rahm eder bize de bizi yaratan.
İhtiyar Zamanov İSTANBUL