Yıl 1977. Erzurum Eğitim Enstitüsü son sınıf öğrencisiyim. Yokluk, yoksulluk içeri sinde okuyarak zar zor oraya kadar gelmişim. Türkiye’deki sağ sol çatışmasının en had safhada olduğu dönem, acıların, bu gün olduğu gibi ölümlerin, öldürülmelerin en ucuz olduğu dönem… Maddi imkânları yerinde olanlar kendi düşünceleri doğrultusundaki okulların bulunduğu bölgelere giderken, olmayanlar da çaresizlikler içerisinde kaderlerine razı olup okullarına devam ettiler. Bu çaresizliği yaşayanlar çok olduğu gibi, bunlardan biri de bendim. Türkiye’nin her hangi bir yerindeki okulların birinde sağ düşünceli bir öğrenciye yapılan haksızlık anında Erzurum’da karşılığını buluyordu. Tanımadığın bilmediğin birileri bir bakarsın omzuna vurarak “ Canını seviyorsan hemen burayı terk et. Aksi takdirde sonunu sen düşün. Ülkücü hareketin emridir.” Diyerek tehditler savuruyordu. Sıkıysa dinleme ve gereğini yerine getirme! Ya öldürülürsün ya da öldürülünceye kadar dövülürsün. Bunun tersi durumlar da sol düşüncenin hâkim olduğu bölgelerde oluyordu. Orada da sağ düşüncedeki öğrenciler aynı akıbete uğruyorlardı.
İşte böyle bir ortamda bir gün birileri de benim omzuma vurarak hemen okulu terk etmemi istedi benden. O anda dizleri min bağı çözülmüştü. Ne yapacaktım, nereye gidecektim, Yol parasını bile bulamayan zavallı Ekrem kime sığınacaktı. Iğdır’a gelse, çaresiz babasının, annesinin, ailesinin bütün umutları sönecek. Gelmezse, hiç tanımadığı bilmediği birilerinin kurbanı olacak! Yıldırım hızıyla kafamdan geçen bu düşüncelerden kurtulup, “ Peki yarın okulu terk ediyorum.” Diyerek oradan ayrıldım. Ayrıldım ayrılmasına ama ayaklarım gelmiyor sanki içim burkuluyor, gözlerim buğulanıyor, ağlamaklı bir şekilde üçüncü yurda doğru yürüyorum. Küçük yırtık valizimi alıp Iğdır’a hangi yüzle döneceğimi düşünürken bir yandan da “Acaba durumu Timur Selçuk’a ya da Ali Asker Aşırım’a. Anlatsam mı” ikilemini yaşıyorum. Çünkü o dönem Timur Selçuk ve Ali Asker Ülkücü camiada söz sahibi idiler. İlkokulda, ortaokulda lisede birlikte okumuş, aynı dönemleri paylaşmışız. Az çok arkadaşlık hukukumuz da vardır. Üstelik Iğdırlıyız. Bu duygu da bende ağır basıyor. Gerçi hayat yolunda onlar hep yolun sağında, bense yolun solunu benimseyerek yürüdük, yürüyoruz ama arkadaşlık ve dostluğumuz da her zaman ön planda olmuştur.
Kafamdaki düşüncelerle yürürken Ali Asker’le karşılaştım. Durumumu görünce, “Hayırdır, nedir bu halin?” diye sorunca, Ben de “ Biri gelip bana hemen okulu terk et, Ülkücü hareketin emridir.” Dedi, ne yapacağımı bilmiyorum. “Tanıyor musun?” Dedi. “Evet, bizim okulda, Cındırlı diye biri” Dedim. Tamam diyerek koluma girdi, birlikte yürüdük. “Sen hiç üzülme, Iğdır’a gitmiyorsun. Ben halledeceğim.” Diyerek beni teselli etti ve takılarak, “Sen de Kürt olmasaydın, üstelik bir de komünistsin.” Ben de; bilseydim anama derdim o zaman “Ana, sakın beni Kürt olarak dünyaya getirme yoksa beni kovarlar.” Ne yapayım Vallahi kabahat benim değil anamındır dedim. Biraz da gülüşerek Ülkü Ocağına doğru yürüdük. İçeri girdiğimizde toplantı vardı. Kürsüde Doğunun Başbuğu olarak adlandırılan Yılma Durak ve Garip Kafkaslı olarak bilinen Ahmet Ali Aslan konuşuyorlardı. O dönemde Erzurum’da okuyan bütün Iğdırlılar da oradaydı. Konuşma bittikten sonra Ali Asker, söz isteyerek şöyle dedi; “Sayın başkan bu arkadaşımız Iğdırlıdır ve Eğitimde son sınıf öğrencisidir. Kendisini yakinen tanıyorum ve aile dostumuzdur. Fakir bir ailenin çocuğudur. Bunun sağla solla ilişkisi yoktur. Bazı tanımayan arkadaşlar okuldan ayrılmasını istemişler. Müsaadeniz olursa bu arkadaşımız okuluna devam etsin. Tek suçu var, Kürt olmak!
Yılmaz Bey “Ne demek Onlar da bizim Kardeşlerimizdir. Onlar da en az bizim kadar bu ülkenin insanlarıdırlar. Benim de birçok Iğdırlı ve Karslı Kürt arkadaşlarım olmuştur. Iğdır’dan Halit Güneş(Süphan Beyin Oğlu), Mehmet Karadeniz, Zeki Naci Tarhan (Kars milletvekili) ve bunlar gibi niceleri… Mademki sen kefilsin arkadaşımız okuluna devam etsin.” Ali Asker de hiç çekinmeden “Evet Sayın Başkan ben bu arkadaşımıza kefilim.” Diyerek beni okuluma getirerek bazı kişilere tanıştırıp okula devam etmemi sağladı. Bende dört ay sonra mezun olup Iğdır’a geldim.
Geçen zaman içerisinde birbirimizden hiç kopuk olmadık. Siyasi görüşlerimiz farklı idi, birçok Ülkücü arkadaşlarımla da olduğu gibi aynı yolun sağında ve solunda yürürdük ama elimizi birbirimize uzatınca aramızdaki mesafe azalıyor, elimiz birbirimi ze kavuşuyor. Bu gün de aynı düşünceleri taşıyoruz. Tartışsak ta, bağırıp çağırsak da, birbirimizi üzmeden yıkıp dökmeden aynı masada oturmasını da biliyoruz. Gün geldi, Ali Asker Iğdır Belediye Başkanlığına aday oldu. Onca yıldan sonra, Ben de Ali Asker Aşırımın, ırkçı olmadığına şovenist davranamayacağına, seçim arifesinde kendi çevreme kefil oldum.
Gençlik yıllarının onda bıraktığı olumsuz izlerden tamamen sıyrılmıştı. Bir zamanların haşarı liseli Ali Askeri tam bir beyefendi olmaya başlamıştı. Ne yazık ki zaman onu acımasızca aramızdan ayırdı.
Allah sana rahmet eylesin, mekânın cennet olsun sevgili arkadaşım, dostum, kardeşim. Bana hakkını helal ettiğini biliyorum, benim de hakkım sana helal olsun. Umarım oradaki yerinde yüreğin gibi temiz olur. Güle güle Ali Asker Aşırım, güle güle…
NOT: Lütfen İnternetteki 2007 yılında yazmış olduğum “YAŞAM DEDİĞİN NE Kİ…” Adlı yazımı okuyunuz. Okuyan varsa bir daha okusun..