İnsan yaşlandıkça duygusallaşıyor galiba… Ben mi öyleyim yoksa sizlerde mi öylesiniz bilemem ama, galiba ben daha çok duygusallaşmışım. Bir kuşun kanat çırpışında, bir köpek havlamasında, bir kuzu melemesinde, hatta mahallede bir annenin çocuğuna bağırarak “ Haydi eve gel karanlık çöktü, yarın oynarsınız.” Demesindeki ses tonu bile beni etkiliyor. O anda gerilere, ta ki bir daha yeniden yaşayamayacağım gerilere kadar gidiyorum. Her birimizin elinde birer sapan, kuş avlardık, sığırcık avlardık dut ağaçlarında… Özellikle bıldırcın avlardık yeni biçilen buğday tarlarında. Biz onları görmeyelim diye sinerek otların arasında saklanırlardı. Arkamızı döndüğümüzde pırrr diye bir ses duyar, uçan bıldırcını ardından hayıflanarak birbirimizi suçlardık niye görmedik diye. Kimi zaman da sen korktun o “Pırrr “ sesinden diye kahkahalarla gülerdik. Kuzu taklidi yaparak, meleme yarışına girerdik. Komşu köpeklerinin havlamalarını taklit ederdik o çocuksu aklımızla. Yaptığımız her hareketin sonunda mutlaka katıla katıla gülerdik. Her gülüşümüz çok ama çok samimiydi, tertemizdi, dup duruydu. Asla zoraki davranışlar ve gülüşler değildi. Ya şimdi!... Şehirli de olsak hepimiz köylü çocuklarıyız. Her birimizin mutlaka bu ve benzeri hatıraları vardır. Sizler de bir an duraklayın ve çocukluğunuza geri dönün ve o çocukluğunuzu yeniden yaşayın. Ne olur bir iki dakika da olsa o çocuksu günlerinize geri dönün. İnanıyorum ki bu gün en nefret ettiğiniz arkadaşlarınızı bile hasretle anacaksınız. Ben şimdi o arkadaşlarımı arıyorum. Dombo Memedi, Keçeçel Hüseyini, Zülfükarı, Seyfoyu, Meheyi, Kör Hümmeti, Gözü Güveliyi arıyorum sokaklarda, geçtiğimiz yollarda, oynadığımız yerlerde onların ayak izlerini arıyorum. Attığım her adımda, duyduğum her sözde yeni bir çağrışım canlanır gözlerimin önünde. Ne Türkü, ne Kürdü, ne Azerisi, Terekemesi, Lazı yoktu beyinlerimizde, gülüşlerimizde, üzüntü ve sevinçlerimizde… Bakınca geçmişten günümüze içim acıyor…
Sonra okullu olduk birçoğumuz, aynı sınıflarda aynı duygularla. Belki üstümüz başımız eski, ayakkabılarımız yırtıktı, ama mutluyduk. Birimiz diğerimize üstünlük taslamazdık. Kimimizin Yüz Parası, (İkibuçuk kuruş, Delikli par) kimimizin Beş Kuruşu, kimimizin Yirmibeş Kuruşu, Elli Kuruşu, hatta bazılarımızı Bir Lirası bile olurdu cebinde. Ama birlikte harcardık. Zaman zaman fakirliğin, yokluğun, yoksulluğun verdiği burukluğu içten içe yaşasak da bir tebessüm, bir gülücükteki samimiyet her şeyimize yetiyordu. Ya şimdi… Şimdi belirgin bir guruplaşma var, ayrışma var, kopuş var. Kaynadıkça kaynaşmamız gerekirken, aksine, kaynadıkça ayrışıyoruz, ötekileşiyoruz.
İçim acıyor… Derken büyüdük, iyi kötü bir işimiz oldu, evlendik çoluk çocuğa karıştık, baba olduk anne olduk. İşimiz gereği Sonbahardaki yapraklar misali her birimiz bir başka memlekete savrulduk. Tek başıma şu kocaman Iğdır’da yetim kalmış, kimsesiz bir çocuk gibi hissediyorum kendimi. Şimdi de adlarını sayamayacağım kadar çok olan arkadaşlarımı arıyorum. Kadir Savanı, Cahit Cantepeyi, Zülfikar İnciliyi, Hasan tufanı, Nesibe Gemalmazı, Nihayet Güvenalı, Kenan Sürmeliyi, Perihan Akyüzü, Emel Güneşi ve nicelerini… İlkokuldan, Ortaokuldan, Liseden Üniversiteden… Onların özlemini çekiyor, üzülüyorum. Dini Bayramlarda Allahın Rahmetine kavuşan arkadaşlarımın mezar taşlarını öpüyorum özlemle… İçim acıyor… Şimdi de yaşlanmayı yaşıyorum düşe kalka. Tek tesellim vardır. O da söğütlü kahvelerinde benden büyük olan ağabeylerimle sohbet edip onların anılarını, çocukluklarını dinlemek… Sohbet masamız alabildiğine kalabalık olur. Herkes birbirine oldukça saygılı ve hürmetkârdır. İçlerinde en küçüğü ben olduğum için hep bana anlatmaya çalışırlar geçmişin acı ve tatlı hatıralarını. Ne yazık ki her geçen gün, birer birer onları da kaybediyorum. Masamız gittikçe seyrekleşiyor. Hacı Salih Şıktaş, Kahraman Alagöz, Evcili Hacı Timur, Ali Karasu, Talat Tufanların oturduğu yerler hala belirgindir. Onları rahmetle anıyorum. Evet; Kala kala o masada Hacı Celil Aslantürk, Ahmet Bulut Yaşar Aydın, Hasan Barbaros ve bir iki adını üzüntüden unuttuğum Hacı ve Meşhedi kalmıştır. Ve bir gün gelecek o masa tamamen bizsiz kalacak. Altmış yıllık, seksen yıllık, yüz yıllık acı tatlı anılar yetim kalacak unutulup gidecek. Düşündükçe bunları, içim acıyor… Arayıp bulacağım o arkadaşlarımı. En kısa sürede ve uygun bir zamanda okumuş okumamış tüm arkadaşlarımı Azeri, Kürt, Türk demeden bir günlüğüne de olsa Iğdır’da buluşturacağım. Ölmeden o günleri yeniden yaşayarak o günlerdeki samimi duygular ve arkadaşlıklar neymiş herkese, özellikle yeni gençlerimize göstereceğim. Öyle ümit ediyorum ki, bir günlüğüne de olsa herkes bu davetimi kabul edecektir. Zaman bahanesi yoktur. Çünkü Iğdır’a her gün uçak seferleri vardır.
Şimdi sizlerden ricam 68-69-70-71-72 yılları ortaokul ve lise mezunlarının telefonlarını birbirinize aktararak bana ulaştırmanızı çok, ama çok rica ediyorum. Bana gazete aracılığı, ya da şu numaradan ulaşabilirsiniz. 05325526292 Uygun bir zamanda ve uygun bir mekanda buluşmak üzere… Hepinize sevgiler ve selamlar.