24 Aralık akşamı saat 7-8 civarı, oğlum, arkadaşıyla münakaşa ettiğini ve karakola gelmem gerektiğini söyleyince, hemen karakola gittim. Kapıda duran nöbetçi polise; “Oğlum içeride, neden burada olduğunu, suçunun ne olduğunu öğrenebilir miyim?” Polis; “Onlar içeride ifade verecekler, bilmiyorum.” İçeri girebilir miyim? Deyince, bu sefer de “Hayır giremezsin.” Dedi. Ben, “O zaman mümkünse siz sorun ve bana niçin burada olduğunu söyleyin. ” Polis bey beni dinlemiyormuş gibi davranınca ve dışarı çıkın deyince, “Bakın memur bey, ben de devlet memuruyum, öğretmenim, otuz yılı aşkın süredir bu devlete hizmet ediyorum, Üstelik bir baba olarak bunu bilmek benim hakkım, müsaade edin içeri girip Komiser Beyden durumu öğreneyim.” Polis Bey; “Olabilirsiniz, dışarı çıkın.” Ben üsteledikçe, soru sordukça o durmadan bana cevap yerine “Dışarı çıkın, dışarı çıkın, dışarı çıkın…” Deyip durdu. Her “Dışarı çıkın” cümlesinde İçim burkuldu. Kendimi devletin ağzıyla aşağılanmış, kovulmuş hissetim. Fazla üstelemeden karakolun kapısına çıkıp orada bekledim. Bu seferde “Beyefendi orada da durmayın karşıya geçin, orada bekleyin.” “Memur Bey çok bekler miyim?” “Bilmiyorum.” Dedi. Çaresiz karşıya geçip beklemeye başladım. Yağmur hafif hafif çiseliyor. İster istemez tedirgin olmaya başladım. Suçunu öğrenebilsem çekip gideceğim. Savcılıkça görüştürülemez diye bir karar yokken, ortada bir cinayet yokken, büyük bir terör olayı yokken, çocuğumla görüştürülmemem, bilgilendirilmemem tedirginliğimi her geçen dakika biraz daha artırıyordu. Terörist değildim, canlı bomba değildim, sarhoş, ayyaş hiç değildim. Tahminen yarım saati aşkın bir süre bekledikten sonra aklıma bir başka polis arkadaşım geldi. Onu arayıp durumu ona izah edince, o da bana “Ağabeyi biraz bekle ben size yardımcı olacağım.” Dedi. Neyse ki bir süre sonra bir memur beni içeri çağırdı. Giriş kapısında beni sivil giyimli başka bir memur karşıladı. Gayet güler yüzlü, her halinden mesleğinin bilincinde olan biri…
Meseleyi sordu, durumu izah ettim. O da bana merak edilecek bir durumun olmadığını, basit bir ağız dalaşı olduğunu söyledi. İşte oğlunuz da burada, rahatlıkla görüşebilirsiniz deyince o an polisler hakkındaki ön yargılarımdan az da olsa sıyrıldım. O memur arkadaşa teşekkür edip çıkmak istedim ancak; Müsaade etmedi. “Bir çay içelim sonra gidersiniz.” Dedi. Ben de kırmayarak iyi o zaman bir çayınızı içip öyle gideyim dedim. Ben hem çayımı yudumluyorum hem de iki polis arasındaki vatandaşa karşı davranışı kıyaslıyorum. Nöbetçi polise karşı olan sevgisizliğim artarken beni bir vatandaş olarak içeri buyur edip, her soruma gayet mütevazı bir şekilde cevap veren, çay içiren polise karşı da sevgim ve saygım artıyordu. Sakalla bıyık arasında döndüm durdum. Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal var. Ben, Devletin bana verdiği yetkiyi kendi yetkimmiş gibi kullanamam. O gücü kendi gücümmüş gibi vatandaş üzerinde bir baskı aracı olarak kullanamam. Bulunduğun konum, edindiğin meslek ve mesleğin icabı devletin bana giydirdiği elbiseye, devlet adına saygılı olmak zorundayım. Bu devletin bir memuru olarak kapıma gelen bir vatandaşı asla kovmam, kovamam. Çünkü o vatandaş devletin ta kendisidir. Vatandaş devlet için değil, devlet vatandaş için vardır. Ben de devleti temsil ettiğime göre… Bu anlamda vatandaşa saygılı olmayan bir memur, devlete asla saygılı olamaz. Herhangi bir kuruma giden vatandaş çekinmeden, korkmadan, güvenle o kapıyı açmalıdır. Hele hele karakola giden ya da düşen bir vatandaş asla tedirgin olmamalıdır. İster kabul edelim ister etmeyelim, toplumda polise karşı bir önyargı vardır. Polis tutum ve davranışlarıyla bu önyargıdan kurtulmalıdır. Aksi takdirde kendisine gösterilen vatandaşın her davranışı yapmacıktır, içten değildir. Bakınız üzerine basa basa diyorum. Bu düşüncelerim her polis için değil, böyle düşünmem de mümkün değil. Ne var ki; Sizler de takdir edersiniz ki bir damla su denizi kirletmez ama onda bir iz olarak kalır. Toplum iki kurum konusunda çok hassastır. Bunlardan biri öğretmen camiası diğeri de polis teşkilatıdır. Bu iki camiaya da devlet olarak bakar. Onda hata kabul etmez. İçine sindiremez. Evet, kabul ediyorum. Her kurumda, her kurumun memurlarında ufak tefek davranış bozuklukları olabilir. Bu bozukluklar tüm memurlar için söylenemez. Ancak, Kurumlar da biraz seçici olmalıdır. İçindeki çürükleri ayıklamalıdır.
Bu düşünceler içinde çayım bitmek üzere iken, sorunca adının “Arif Bey “ ve Baş komiser olduğunu öğrendiğim polise bir zamanlar Hayat Mecmuasında okuduğum bir Yunan subayının anlattığı hatırası geldi. Kalkmadan önce onu anlattım Arif Beye. Size de anlatayım. Çünkü ders almamız gereken bir olay. Olay şöyle!
İzmir’in kurtuluşunda Yunan Generali Venizelosun subaylarından biri, savaş esnasında Türk Askerlerine esir düşer. Şöyle anlatıyor yunanlı subay: “ Cephede esir düştükten sonra iki asker tarafından bir çadıra konuldum. Yüreğim avucumda tuttuğumuz bir kuş misali hızlı hızlı çarpmaya başladı. O anda tüm ümitlerimi yitirdim ve ne zaman öldürüleceğimi beklemeye başladım. Derken, bir Türk Subayı bana yaklaştı ve korkmamamı, bana bir şey yapmayacaklarını söyleyince yinede bana inandırıcı gelmedi. Çünkü ben, bana anlatılan ve kafamda canlandırdığım barbar Türk askerine esir düşmüştüm. Birkaç dakika sonra beni savaş alanında çadırdan bir karakola götürdüler. O çadırda da tek başıma bir süre bekledim. Her an işkenceyle, küfür ve çeşitli hakaretlerle öldürülebileceğimi düşünürken tir tir titriyordum. Korkudan yutkunamıyordum bile. Bu duygular içindeyken aniden çadırın kapısı açıldı, yüreğim yerinden fırlar gibi oldu. Ben o anda ölümü beklerken, bir emir eri elindeki sıcak çay bardağını bana uzatarak, “Hoş geldiniz, buyurun bir çayımızı için.” Dedi. O anda elindeki çay bardağı ve o emir erinin sıcak davranışı beni Türkler hakkındaki tüm önyargılarımdan sıyırarak beynimde bambaşka bir Türk imajı oluşturdu. Ben ölümü beklerken, çadırdan bir Türk cephe karakolunda sıcak bir çay içtim. Türkler hakkındaki tüm önyargılarımdan arındım.
O gün bende bizim merkez polis karakolunda Baş komiser Arif Beyin elinden alıp yudumladığım o sıcak çayı içerken, kafamdan, “Keşke tüm polis arkadaşlar karakola gelen her vatandaşa böylesine sıcak davranabilseler.” Düşüncesini geçiriyordum. Sağ olasın Arif Baş komiser. Bir öğretmen olarak değil bir vatandaş olarak size binlerce kere teşekkürler. Çünkü siz o akşam bana bir öğretmen olarak değil, bir vatandaş olarak davrandınız. O emir erinin gösterdiği sıcak ilgiyi gösterdiniz. Sağ olasın…
İki polis davranışı arasındaki davranış farkının yorumunu da siz sevgili okuyuculara bırakıyorum.
Sayın hocam Saygılar sunuyor ellerinizden öpüyorum. İyi akşamlar