Başlıkta kullandığım söz, Türk Milliyetçiliğinin önemli isimlerinden
merhum Nevzat Köseoğlu’na aittir kıymetli okuyanlarım. İnandığını iddia ettiği
davasında samimiyet yoksunları, işi bitince hemen kulvar değiştiren, çok çabuk
manipüle edilenler için kullanmıştır bu tabiri... Maalesef bu söz, geçerliliğini
dün olduğu gibi, bugünde korumaktadır... Tabi bunun yanında, ilkeli duruş
sergileyen, esen rüzgâra göre yön değiştirmeyen, gerçek bir insanda olması
gereken ideal vasıfları taşıyanları tenzih etmemiz gerekir.
Son yıllarda okumayan, düşünmeyen, günlük dedikoduları veya sosyal
medyada ortaya atılan manipülatif haberleri gerçek kabul edip, amacını aşan
fikir beyan etme hastalığı ile sıklıkla karşılaşıyoruz. Bazen, tarihi hakikatlerden
ve bilimden kopuk ortaya atılan iddialar, insanı dehşete düşürüyor.
Mesela, Osmanlının son dönemindeki siyasi olaylardan tutunda, Lozan,
Montrö, Kurtuluş savaşımızın önemli isimlerine karşı yapılan yalan, yanlış
iftiralar ve yakıştırmalar.. İçi boş, sonu olmayan uydurmalar.
Gerçeği araştırma zahmetine katlanmayan belli bir kesim, yapılan bütün
karalama ve atılan iftiralara inanmaya iman etmiş adeta. Bunun sonunda yenilen
kul hakkı, siyasi ve sosyal hayatımızın gördüğü zararlar, hiç umurlarında
olmadan.
Bazen, modern, gelişmiş, maddi ve manevi ahengin olduğu bir ülke
olamamışımızın sebeplerini düşününce, niçin olamıyor sorusu akıllara gelmiyor
değil...
Toplumun büyük bir kısmının mensup olduğu İslamiyet’in bize emrettiği
“ iyi insan olma” prensibini ne kadar özümseyip , gereğini yerine
getirebiliyoruz.. Hz. Ali’nin “ Din insanı sevmektir” şeklinde özetlediği
inancımıza ne kadar , bağlıyız.. Yalan söylemek, riyakâr davranmak,
liyakatsizliği, hırsızlığı, adam kayırmacılığı, hak, hukuk dinlememeyi, kibirli
olmayı ne kadar elimizin tersiyle itebiliyoruz. Mazlumun, güçsüzün, doğrunun
yanında olmayı ne kadar başarabiliyoruz. Yani kısaca ne kadar insan
olabiliyoruz.
Zaman zaman toplum vicdanını kanatan, büyük vurgunlar yapanlara karşı
duyulan gizli hayranlık, bazen de kutsamalar ayrı bir garabet... “Devletin malı
deniz, yemeyen domuz”, “ Bal tutan parmağını yalar”, “ Bir kere ile bir şey
olmaz”, “ Hak zamanı değil, akçe zamanı” vs. gibi , inancımızın ve insan
olmanın temel değerleri ile taban tabana zıt bu sözleri nasıl hazmedebiliyoruz..?
Bunlar dini inancımıza ve toplumsal değerlerimize olan iman ölçümüzün
derecesini ortaya koymuyor mu..?
Dava adamı adıyla ortaya çıkan bazı kimselerin, zamanla nasıl
dağıldıklarına şahit oluyoruz. Kendisine sunulan akçeli vaatler, makam ve
mevkilerle ne hallere düştüklerini ibretle görmüşüzdür.
İnandığımız her ne ise… Ne kadar sadığız , ne kadar bağlıyız ve ne kadar
samimiyiz. Hülasa, ilke ve inançlarımıza ne kadar, iman ediyoruz. Veya diğer
bir şekliyle, ne kadar “iman eksiğimiz” var.
Toplum olarak, bu soruyu kendimize sorup, amasız, fakatsız, samimi
olarak cevabı verdiğimiz ve gereğini yerine getirdiğimiz zaman, birçok şeyin
değiştiğine şahit olacağız.
Modern, ahlaklı, vicdanları okşayan bir toplum olmak, gerçek bir insan
olma ülküsüne bağlılık, iman ölçüsü ile doğru orantılıdır... Bu değerlere olan
imanınızın derecesi, gerçek bir insanda olması gereken ideal ölçünün de
derecesini ortaya koyacağını gözden uzak tutmamak gerekir.