Yüce Allah’ın 124 bin peygamber gönderdiği söylenir.
Doğrusu, bunun kaynağı Kur’an mıdır yoksa hadis midir, tam olarak bilmiyorum.
Peki, Allah tarafından peygamberler niçin gönderildi?
Sapkınlık içinde olan insanlara doğru yolu göstermek, onlara “emr-i bil maruf, nehy-i anil münker”, yani iyiliği emretmeyi, kötülükten men etmeyi öğretmek için gönderildiler.
Peki nereye, hangi coğrafyaya gönderildiler?
Amerika kıtasına, Avrupa’ya, Uzak Doğu’ya da peygamber gönderildi mi acaba? Yoksa hepsi Ortadoğu’ya ve Araplara mı gönderildi?
Bildiğim kadarıyla peygamberlerin büyük çoğunluğu Ortadoğu’ya gönderilmiş. Zira son peygamber Hz. Muhammed (sav) de Arabistan’da peygamberlik makamına atandı.
Bunca peygamberin ıslah edemediği bir topluluktan biz ne bekliyoruz?
Bölgede barış mı bekliyoruz?
Birlik, huzur, insan haklarına saygı mı bekliyoruz?
124 bin elçinin görev yaptığı bu coğrafyada, adaletsizlik, Kur’an ve İslam’a uymayan davranışlar yaşanmasaydı, bu kadar peygamber niye aynı bölgeye gönderilmiş olsun ki?
Sevgili Okuyucular,
Bizler Müslümanız; ama özeleştiriden korkan, gerçekleri batıl değerlerimize zarar gelir endişesiyle görmezden gelen bir toplumuz.
Irak’ta Saddam adlı diktatör, ABD’nin emriyle İran’a saldırdı ve 8 yıl boyunca iki ülkenin tüm enerjisi savaşa harcandı.
Yine ABD’nin verdiği kimyasal silahlarla 1986-88 yıllarında Halepçe’ye saldırdı, binlerce Kürt uykudayken yaşamını yitirdi.
Yetmedi, Kürt halkına karşı soykırım uyguladı; bir milyon Kürt Türkiye’ye sığınarak canını kurtardı.
O tarihlerde yeni yeni güçlenen PKK, bu göç dalgasıyla Türkiye’ye sızdı ve ülkede terör olayları tavan yaptı.
ABD, bir yandan Saddam eliyle Kürt halkını katlederken, diğer yandan PKK’yı Türkiye’ye karşı örgütlüyordu.
Saddam’ın işi bittiğinde, halkın zihninde şu algı yerleştirildi:
“Saddam, bölgede Şia ve Kürt katliamı yapan bir canidir. Devrilmesi gerekmektedir. Irak’a demokrasi gelmelidir. Saddam’ın elinde kimyasal gaz var; kullanmadan önce görevden alınmalıdır.”
ABD bu algıyla halk desteğini arkasına aldı, Saddam’ı koltuğundan indirip foseptik çukurundan çıkararak idam etti.
Irak’a da (!) demokrasi gelmiş oldu.
Aynı senaryo Suriye için de uygulandı.
Kardeşim Esad, katil Esed oldu…
Katil Esed, Sünnileri katlediyor; mazlumları öldürüyor; acımasızca, kimyasal silah kullanıyor yaygaraları ardı ardına pompalandı.
Aslında ya öyle bir şey yoktu ya da bir vardıysa da bin gibi gösteriliyordu.
Ama perdenin arkasında ABD, İsrail ve İngiltere’nin olduğunu, Türkiye’nin ise bu oyuna bilinçli çekildiğini bilmeyen yoktu.
Suriye kaybımızın maddi hesaplaması yapılacak olsa rakamları telaffuz etmeye matematiğimiz yetmez diye düşünüyorum.
Neyse; Tüm hesaplar yıllar öncesinden yapılmıştı. Davutoğlu ve Pensilvanya eliyle hamle başlatıldı ve gelinen noktada Esed’in yıkılması kararlaştırıldı.
Yerine kim gelecek diye düşünmeye bile gerek yoktu:
ABD’nin kurduğu IŞİD’in, sonradan HTŞ’ye dönüşen terör örgütünün lideri Colani, 11 gün içinde Suriye Devlet Başkanı ilan edildi.
Teröristin devlet başkanı olduğu bir ülkede istikrar beklemek mümkün mü?
Çünkü Suriyeli olmayan binlerce ruh hastası, HTŞ militanı olarak Suriye’yi yönettiğini sanıyor.
Bizim devlet büyüklerimizin Kâbe’ye giderken göstermediği heyecanı, Emevi Camii’ne koşarak gidip poz verirken göstermeleri, niyetleri açıkça ortaya koymuştu.
Ama unuttukları bir şey vardı:
HTŞ militanlarının hiçbiri Peygamber’in yolundan gitmiyordu. Hz. Peygamberin yaşam tarzıyla uzaktan yakından alakaları yoktu. Onlar, Peygamber’e savaş açan Ebu Süfyan ve Muaviye’nin yolundan gidenlerdi.
Emevi Camii de Muaviye ve oğlu Yezit’in simgesi haline gelmiştir.
Oğlu Yezid, o camide Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’in kesik başıyla alay etmiş, Hz. Zeynep’i esir olarak huzuruna getirtmiştir.
Sözüm ona “geniş açıdan” fotoğrafa baktığımızda kimlerin kimlerle beraber olduğunu net şekilde görebiliyoruz.
“Dürzü oğlu Dürzü”
Bizler, aramızda argo bir hitapta bulunurken kızdığımız kişiye “dürzü” deriz.
Çok kızdığımızda ise “dürzü oğlu dürzü” deriz.
İşte o Dürziler ile, Arap aşireti dedikleri her milletten şizofren tipli kişilerin bir araya geldiği, insani hiçbir his taşımayan yaklaşımlar ile yapılan katliamlar, bölgede Kürt, Dürzi ve Alevilere karşı yoğun saldırılara dönüşmüştür.
İsrail ise Dürzileri korumak bahanesiyle Suriye Genelkurmay binası başta olmak üzere birçok yeri bombalayarak gözdağı vermiştir.
Aslında İsrail için Dürziler sadece bahanedir.
Mesele şu:
Türkiye, PKK ile silah bırakma süreci başlattı. Kandil’de 30 silah sembolik olarak yakıldı.
Süreç yürütülebilse silahlar susacak.
Ancak Türkiye, PYD, PEJAK ve KCK’nın da kendini feshetmesini istiyor.
PKK’nın silah bırakması, İsrail’in işine gelmiyor.
Çünkü Türkiye üzerinde hesabı olan İsrail, Türkiye’de olası bir iç karışıklığı yöneteceği en uygun örgüt PKK’ydı.
PKK “silah bıraktım” deyince, bu durum İsrail’in çok da işine gitmedi.
Bari PYD silah bırakmasın diye düşündüğünden Dürzileri bahane ederek Suriye’yi bombaladı.
Colani’ye ve PYD’ye ayar verdi.
Colani’ye “ayağını denk al, sözümden çıkma” mesajı verirken;
PYD’ye “Siz de silah bırakırsanız HTŞ’li ruh hastaları sizi yok eder” mesajı yolladı.
124 bin peygamberin düzeltemediği Ortadoğu’yu, üç beş ruh hastası HTŞ’li ne düzeltebilir ne de yönetebilir.
Bu gidişat iyiye gitmeyecek gibi görünüyor.
Çünkü Arap da olsa, özüne sahip çıkmayan bir toplumla karşı karşıyayız.
Gazze hepimize malum…
Gazze’de taş üstünde taş, beden üstünde baş kalmadı.
Evsiz, barksız milyonlarca insan var.
Ve bu insanların feryadına kimse ses vermiyor.
O beğenmediğiniz, mezhepçi dediğiniz; mezhebinden ötürü dışladığınız Esad ve İran, yıllarca Filistin ve Gazze’yi maddi manevi destekledi.
Ama çok beğendiğiniz, sözde İslami esaslara göre Suriye’yi yönettiğini iddia eden Colani ve HTŞ tayfası, henüz Gazze’ye bir bardak su vermemiş, İsrail’e bir taş bile atmamıştır.
Yani anlayacağınız; hiçbir şey uzaktan göründüğü ya da bizim anladığımız gibi değildir.
Yorumlar
Kalan Karakter: