Zirvedeki Sis: Unutulmaya Terk Edilen Merdivenler

Her büyük başarının altında, görünmez bir merdiven ve o merdiveni tutan, sırtlayan nice güçlü el vardır. Zirveye tırmanış; bir mücadele, bir tutku ve en önemlisi, bir dayanışma hikayesidir. O yolda tökezlediğimizde bizi kaldıran, düştüğümüzde yaralarımıza merhem olan, hatta bazen sadece "yapabilirsin" diyen o fısıltılar, zaferin teminatıdır.

Ancak ne yazık ki, insan ruhunun en acımasız cilvelerinden biri, zaferin tadını çıkardığı anlarda başlar: Unutkanlık.

Büyük bir hedefe ulaşıldığında, kazanılan unvan, alkışların gürültüsü ve yeni kazanılan ihtişam, eski gölgeleri hızla karartır. Başarı, bazen bir narsizm perdesi indirir; (bireylerin kendilerini olağanüstü ve özel görme eğilimini ifade eden bir kişilik özelliğidir.) Dünya, kişinin yalnızca kendi dehası ve azmi etrafında dönüyor sanılır.

Bu zehirli parıltı altında, dün omuz omuza durulan dostlar, yorucu tırmanışın fedakâr tanıkları, birdenbire uygunsuz hatıralara dönüşürler. "Menzile varınca, yoldaşını unutanın vicdanında, zaferin tadı değil, unutulmuşluğun izi kalır."

Yardım edenler artık bir destek değil, aksine, tırmanılan yüksekliği hatırlatan bir borç gibi algılanır. Onları görmezden gelmek, geçmişteki zayıf anları ve başkasına olan ihtiyacı inkâr etmenin en kolay yoludur.

Unutmak, bazen istem dışı gelişen bir durumken, minnet duyulması gereken kişileri görmemezlikten gelmek, soğuk ve bilinçli bir seçimdir. Bu, bir telefon numarasını silmek, mesajlara cevap vermemek veya bir toplantıda göz temasından kaçınmaktır.

Oysa o ellerin fedakârlığıyla inşa edilen başarı, sağlam bir köke sahip değildir. Bir zamanlar size en zor anda inananlara yüz çevirmek, başarının temelini oluşturan o insani bağı koparmaktır.

"Unuttukların, senin ne kadar yükseğe çıktığını değil ne kadar indiğini gösterir."

Yüksekte yalnız kalmak, çoğu zaman kişisel bir tercih değil, bencilliğin kaçınılmaz sonucudur. Oysa başarı, sadece şahsi bir zafer değil, bir zamanlar sizinle aynı vizyonu paylaşan insanların da zaferidir. Onları yok saymak, sadece onlara değil, o zorlu dönemi var eden kendi geçmişine de sırt dönmektir.

Sonuç, elde edilen tüm şöhret ve zenginliğe rağmen boş bir vicdan kasasıdır. Zira gerçek başarı; ne kadar kazandığınızla değil, o kazanç yolculuğunda ne kadar kendinizde kaldığınızla ölçülür.

Unutulan her bir iyilik, zirvedeki rüzgârda sallanan o koltuğu biraz daha güvensiz yapar. Çünkü en yüksekteki kişi bile, bazen durup arkasına bakmaya, köklerini hatırlamaya ihtiyaç duyar.

Unutma: Başkalarının size uzattığı el, sadece bir yardım değil, aynı zamanda size duyulan değer ve inancın somut halidir. O eli havada bırakıp, sadece kendi ayak izlerinle övünmek, göğsüne takılan madalyanın altındaki seni kaybetmektir.

Unutulmaya terk edilenler, ne olursa olsun daima en değerli tanıklarınız olarak kalacaktır. Onlar, alkışların sustuğu anda, senin kim olduğunu bilen yegâne kaynaktır. Ve bir gün, o zirveden iniş başladığında, sana uzanacak bir el bulamamanın en acı sebebi, zamanında uzatılanları görmezden gelmen olacaktır. “Gerçek bir zafer, minnettar bir kalple taşınan zaferdir”

Zaman hızlandıkça sözler hafifliyor. Dün büyük cümlelerle verilen vaatler, bugün küçük bahanelerle erteleniyor. Oysa bir toplumu ayakta tutan en güçlü harç ne yasalar ne de korkulardır; verilen sözün tutulacağına dair duyulan güvendir. İşte bu güvenin adı, kadim bir kavramla ifade edilir: ahde vefa.

Elbette ahde vefa, şartlar ne olursa olsun körü körüne bağlılık demek değildir. Değişen koşullar, yeni gerçekler olabilir. Ama bu değişim bile dürüstlükle, açıklıkla ve saygıyla yapılmalıdır. Sessizce ortadan kaybolmak değil; sözün ağırlığını kabul ederek konuşmak erdemdir.

Belki de yeniden hatırlamamız gereken şey şudur: İnsan, söz verdiği kadar insandır. Güven kaybedildiğinde yerine konması yıllar alır; ama vefa gösterildiğinde, tek bir davranış bile bir ömrü onarabilir.

Bazı hayatlar vardır ki, bir nehrin yatağı gibi, sadece tek bir yöne akmak üzere çizilmiştir: Memleket.

Onlar, bir kentin sokaklarında gençliklerinin yorgunluğunu, topraklarına ise uykusuz gecelerinin alın terini damlatmışlardır. Onların ömrü, bir kurumun sessiz koridorlarında, bir okulun sınıflarında ya da bir projenin tozlu sahasında erimiştir. Ne makam peşinde koşmuşlar ne de şan şöhret aramışlar. Tek dertleri, geride bıraktıkları yerin, geldikleri zamandan daha iyi olmasıydı.

Ancak, fedakârlığın en derin izleri bile, değişen rüzgârlar karşısında silinmeye mahkûm kalır.

Bir zamanlar tuğla tuğla ördükleri yapılar, şimdi yeni ve güçlü adamların görkemli sahnesi haline gelmiştir. Yeni gelenler, o yapıların nasıl bir yokluktan, hangi zorluklarla var edildiğini bilmezler ya da daha kötüsü, bilmek istemezler. Onların gözünde, geçmişin fedakar insanları, sadece "eski düzenin" sessiz ve gereksiz kalıntılarıdır.

"Kıymeti bilinmeyen emek, kökü kurutulmuş bir ağaç gibidir. Meyvesi yenir ama gölgesinde oturulmaz."

Bu, sadece bir emeklilik ya da görev değişimi değildir; bu, bir hayatın görmezden gelinmesidir. Dünün kahramanları, bugünün "fazlalıkları" olarak bir köşeye itilir. Yaşanan haksızlık, maddi bir kayıp değil, onurun ve adanmışlığın yok sayılmasıdır.

Suyun başında olanlar, genellikle kendi parlak vizyonlarını öne sürerken, geçmişin fedakâr ruhlarını bilinçli bir körlükle yok sayarlar. Güçlü insanların iş başındaki tavrı, acımasızdır:

· Emek Görmezden Gelinir: Yıllarca süren çaba, tek bir imza veya yeni bir kararla, sanki hiç var olmamış gibi silinir.

· Kıymet Bilinmez: Dün kriz çözen, en zor anda elini taşın altına koyan kişi, bugün kapı dışarı edilmeyi hak eden biri gibi muamele görür.

· Hafıza İnkâr Edilir: Geçmişin başarıları, yeni dönemin başarısı olarak lanse edilirken, o başarıyı mümkün kılan isimsiz kahramanlar unutulur.

Bu durum, memleketine tüm benliğini vermiş o temiz kalpli insan için derin bir yara açar. Hayatının en önemli eserine yabancılaşmak, yaptığı her şeyin anlamsızlaşması demektir.

O adanmış ruhlar, sessizce kenara çekilirler. Geriye, nehir gibi aktığı tek bir yatağın şimdi kurumuş olması kalır.

Oysa, bir medeniyetin ve bir memleketin ruhu, sadece yeni binalarda değil, geçmişine duyduğu saygıda ve vefada saklıdır. Başarılı olduğunu iddia eden güçlü insanlar, o başarıyı kendilerine borçlu oldukları o sessiz kahramanları unutarak, aslında kendi geleceklerini sabote etmektedirler. Çünkü yarın, fedakârlığın bir bedeli olduğu görülürse, kimse bir daha kendini o kutsal yola adamayacaktır.

Unutma: Gerçek güç, sadece ileriye bakmakta değil, arkandaki fedakârlığı görerek vefayı ayakta tutmaktır.