102 yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyetimize giden yol, uzun ve zorluklarla dolu olmuştur kıymetli okuyanlarım. Demokrasiye ulaşma adına, geçmişte yaşanan olayları tam manası ile bilip ve anlayamadan, sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün olamaz.
Tanzimat Fermanı’nın 1839 yılında ilan edilmesi, Türk demokrasi tarihinin ilk büyük adımı olarak kabul edilir. Bu ferman ile birlikte halkın yönetime katılma talepleri ilk kez dile getirilmiş, “birey hak ve özgürlükleri” kavramı, Osmanlı yönetim anlayışında yer bulmaya başlamıştır. Ne var ki, bu talepler uzun süre görmezden gelinmiş, ancak 1876 yılında Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesiyle birlikte, anayasal düzene geçişin temelleri atılabilmiştir.
Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-i Esasi, ne yazık ki uzun ömürlü olamamıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nı (93 Harbi) gerekçe gösteren Sultan II. Abdülhamit tarafından askıya alınmıştır. Uzun denilecek bir aradan sonra ,anayasal rejime ancak 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanıyla geri dönülebilmiştir. Bu süreçte isyanlar, darbeler ve Bab-ı Ali Baskını gibi çalkantılı olaylar yaşanmış; ülke demokrasi yolunda ağır bedeller ödemiştir.
1.Dünya Savaşı, bu sancılı dönemin sonunda Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesinden çekilmesine neden olmuş; Anadolu topraklarında yeni bir varoluş mücadelesinin fitili ateşlenmiştir. Bu noktada, yıllardır sistemin dışında tutulan “Türk Milleti” kavramı, sahneye güçlü bir şekilde çıkmıştır. Savaş öncesinde ve sırasında, başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere bazı azınlık gruplarının düşmanla iş birliği yaparak, Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmeleri başta olmak üzere, peş peşe gelen ihanet dolu faaliyetler, devletin merkezinde radikal bir ideolojik dönüşüm başlatmıştır. Tanzimat dönemi ile başlayan devletin adeta resmî ideolojisi olan “Osmanlıcılık”, yerini İttihat ve Terakki Cemiyeti öncülüğünde “Türkçülük” düşüncesine bırakmıştır. Türk Ocaklarının başta olmak üzere bazı çevrelerin gayretleri ile, her sahada Türk Milletinin kendi benliğini öne çıkarılma gayretleri yoğunlaştırılmıştır.
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın 30 Ekim 1918’de imzalanmasının hemen ardından başlayan işgaller ve içerideki azınlıkların saldırıları, Türk halkının sabrını taşırmış ve millet adeta ayağa kalkmıştır. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla bu direniş örgütlü bir kurtuluş mücadelesine dönüşmüştür. Havza, Amasya, Erzurum ve Sivas ve nihayetinde Ankara’da yürütülen çalışmalarla millet bilinci uyandırılmış, “Milletin istiklalini yine, milletin azim ve kararı kurtaracaktır” şiarı yurdun dört bir yanına yayılmıştır.
Doğu’da Ermeni mezalimine karşı başlatılan harekât, Gümrü Antlaşması ile sonuçlanmış, ardından Yunan ordusuna karşı verilen İnönü, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi gibi zaferlerle düşman büyük oranda bozguna uğratılmıştır. Büyük Taarruz ’un ardından sadece düşman değil, iş birlikçi yerli unsurlar da bertaraf edilmiştir. Nihayetinde imzalanan Lozan Anlaşması ile, milletimizin azim sonucu kazanılan bağımsızlığımız taçlandırılmıştır.
Tüm bu mücadele boyunca, saray ve halifelik makamı devre dışı bırakılmış ve milletin kendi kaderine sahip çıkması esas alınmıştır. Erzurum ve Sivas Kongreleri, Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanma çabaları ve nihayetinde 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılması, Cumhuriyet'e giden yolun en sağlam taşları olmuştur.
Cumhuriyet, Türk milletinin tarih sahnesinde kendi kimliğiyle, kendi iradesiyle yer alma iradesidir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı, sadece bir yönetim şeklinin değişmesi değil, aynı zamanda Türk halkının kaderini kendi ellerine almasının tarihi bir dönüm noktasıdır. Yüzyıllarca tebaa olarak yaşamış bir millet, ilk kez kendi yöneticilerini seçme, kendi geleceğini tayin etme hakkına kavuşmuştur.
Cumhuriyet, birey olmanın; eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün teminatıdır. Atatürk’ün "Cumhuriyet fazilettir" sözü, sadece bir vecize değil, aynı zamanda bu rejimin temelinde yatan insani ve ahlaki değerlerin ifadesidir. Kadın-erkek eşitliğinden eğitime, fikir özgürlüğünden çağdaş hukuk sistemine kadar pek çok kazanım, bu faziletli yönetim biçiminin ürünüdür.
Bu büyük kazanımı, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm silah ve dava arkadaşlarına borçluyuz. Onları saygı, rahmet ve minnetle anmak; Cumhuriyet’e ve onun değerlerine sahip çıkmak, hepimizin en büyük vefa borcudur...