“İnsanın doğup büyüdüğü, babasının doğup büyüdüğü yerlere sahip çıkması, aslında bir medeniyettir!”
Bir ülkenin bir şehri, kasabası veya köyünde doğup büyümek, o ülkenin vatandaşı veya o şehrin hemşerisi olmaya yeter mi? Yeter gibi görünür ama yetmez. “Ben Türk vatandaşıyım!” diyebilmek için doğduğun, üzerinde büyüdüğün toprağa canı gönülden bağlılık duyman, dört elle sarılman, yeri geldiğinde canını vererek o toprağı koruman, kısacası bir zamanlar sadece kuru toprak iken kanınla sulayıp vatan yaptığın o toprağı karşılık beklemeden, yürekten sevmen gerekir.
Ülkemizin herhangi bir ilinde, ilçesinde, köyünde doğdum, büyüdüm; o şehrin, beldenin hemşerisiyim, köylüsüyüm ben, diyebilmek için de üstünde doğduğun o mübarek toprakla ilişkin kopmamalı.
Doğduğun, büyüdüğün yerle aranda mutlaka bir gönül bağı olmalı; hem de hiçbir gücün koparamayacağı kadar güçlü bir gönül bağı.
Tanıdığımız insanlar arasında, gençlikte veya olgunluk çağında, çeşitli sebep ve vesilelerle karşımıza çıkan öyle kişiler vardır ki, bunları unutamayız. Unutulmama sebebi ne çıkar ilişkisi ne şu, ne budur. O insanların memleketlerine duydukları yakınlığı aşan sevda, gösterdikleri ilgi, gönül dolusu saygı, sevgi, kendilerini doğdukları toprakla, o topraklarda yaşayan insanlarla bütünleştirmeleridir. Sevilen, övülen, takdir edilen seçkin insanlardır bu insanlar.
Toprak kokusunu bilir misiniz? Toprak, hele hele yağan yağmurdan sonra başka kokar, otu başkadır, çiçeği başka biter, kokusu ve rengi başka başkadır her birinin. İnsanın doğduğu memleketin havası, kokusu bile başkadır. O topraklarda doğmuş büyümüş, anasından süt emer gibi suyunu içmiş, havasını soluyup almış insanlar.
Anadolu Bizim Vatanımız! Bin yıldan fazla oldu, vatan yaptık bu en engin coğrafyayı kucaklayan toprakları, kan dökerek, can vererek. İlim irfan, sanat türlü uğraşı sonu, dolana dolana vatan toprağı şekillendi, yoğruldu, can buldu. Yüzyıllar sürdü, onu fethedişimiz, ona kan dökerek alıp ter dökerek sahiplenmemiz. Üstünde yeni bir tarih yazdık, yeri geldi çağ açtık, çağ kapadık. Anadolu gibi binlerce yıllık bir tarihe sahip olunursa, bir de bu saydıklarımıza eski eserler, tarihe tanıklık eden yüzlerce ve binlerce sanat harikası eklenirse, üzerinde boy attığınız toprağın değeri daha da artar,
Ona sahiplik daha da anlam kazanır. O eski eserler yok olup gitmesin diye üzerine titrersiniz, korumak için çaba harcarsınız.
Coğrafyanın Vatan Oluşu kaderdir. Toprak, şunu bilin ki, kılıç sallanarak, top tüfek tank ile kan dökülerek vatan olmaz. Toprak, gönlünüzde yoğrula yoğrula, sevdalısı olursanız, emek verip ter dökerseniz “vatan” olur! Bu vatan sevgisi ve sevdası, sonunda bizi aydınlık günlere ulaştıracak,
Memleket deyince, bir başka heyecana kapılır insan; bir başka bakar gözleri. Oysa memleket nedir? Nasıl ifade edilebilir? Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer, şehir ya da yurt mu sadece? Ya da ayak izlerini bıraktığın her taşlı yolun hikâyesi ile mi anlatılabilir.
Memleket deyince, hepimizin anlatmak isteyip de anlatamadıkları, beyaz kâğıda renkli kalemlerle yazmak isteyip de yazamadıklarıdır belki de. Bizim, doğup büyüdüğümüz yerdir memleketimiz aslında. Bizim sığınağımız ve kalemizdir aynı zamanda. Çünkü memleket sevgidir, özlemdir, hasrettir. Nasıl ki sevgi anlatılamaz, yaşanır; nasıl ki özlem yakar kavurur bedenini ve nasıl ki hasret alır götürür seni uzaklara, işte öyledir memleketi anlatabilmek aslında. Ya da anlatamamak...
Memleket deyince, derin tarihi izleri taşıyan şehirler canlanır hayalinde; her biri ayrı bir güzelliğe sahip olan ufacık kasabalar da; yemyeşil ovaları ve tarlalarıyla dağ köylerini anımsarsın bir de. Hani, her bir yerleşim yerinde farklı, ama bir o kadar da zengin kültüre sahip olan insanlarıyla övünürsün dostlarının yanında. Bir sıcak temmuz akşamı sevdiklerinle bir araya geldiğinde doya doya anlatırsın memleketine ait bitip tükenmeyen hatıralarını, üzerine yazılmış destanları, yakılmış türküleri...
Memleket deyince, şiir kesilir sanki lal dudakların. Teker teker yazarsın mısralarını, can katarak her bir harfine. Su misali dökülür duyguların kalbinden şöyle kıvrıla kıvrıla elindeki beyaz peçetelere. Yazdığın dörtlüklere saklarsın en nadide, en temiz ve en derin memleket sevgini. Kimseler incitmesin diye titrersin üzerine, tıpkı bir annenin evladı üzerine titrediği gibi...
Memleket deyince, şafak vakitlerinde yalnız başına dolaştığın kırmızı başaklı tarlaları ve coşkulu akan nehir kıyıları gelir aklına. Dağlarda, tepelerde, ovalarda, kuşların cıvıltılarının arasında bulursun bir an için kendini. Çocuklar kadar mutlu olursun hep en ufak tefek şeylere. Yalınayak koşarsın köy sokaklarında. Cennet kadar güzel olan memleketinin, ama yara içinde kalmaz hiç bir zaman ayakların. Çünkü memleketin senin cennetindir
İnsan doğduğu, büyüdüğü yerleri özlemez mi? Doğduğum yer annemin kucağına aldığı yerdir, cennetimdir. “Dünya vatanım, her yer benim için özel.”
İlimize ve Ülkemize maddi ve manevi yönde hizmet edenlere şükranlarımız sonsuzdur. Ancak şunu hatırlatmak isterim: Bu kente bekçilik yapanlar, koruyanlar, bedel ödeyenler vardır. Karşılık beklemeden özveriyle çalışanlar vardır. Terörün en kötü zamanlarında buraları terk etmeden mücadele edenler vardır. Tarihini, kültürünü bütün zorluklara rağmen yazarak, programlar düzenleyerek tanıtanlar vardır. Mal mülk edinmeden, kazanç sağlamadan, canını bu yöreye feda edenler vardır. Bunları kimse görmez.
Yıllarca bu kente uğramayanlar bir anda rüzgâr estirip ve karşılığını da almışlardır. Yöre halkımız bu kadar da vefalıdır. Seçimden seçime bu kent akıllara gelir.
Bedel öderken yanımızda olmayanların fırtına dindikten sonra vereceği akla da ihtiyacımız yoktur. Yüreği yetmeyenler gölge de etmesinler.
“Bağ-ı dehrin hem baharın hem hazanın görmüşüz” diyor ya şair, işte o vakitler, o hazan vakitleriydi. Şu an içinde bulunduğumuz olumlu gelişmeleri ve kazanımları ile geçmişte yaşadığımız acı gerçekler ve olumsuzlukları hatırladıkça önceki sıkıntılı durumları görüp-yaşamayanların, içinde bulunduğumuz imkânların, kazanımların ne anlama geldiğini, kadir kıymetini gereği gibi anlamakta zorlanabileceklerini, hatta zorlandıklarını görüyoruz.
Haksız da değiller. Sanki yaşanan olaylar, yaşayan kişiler, hadiseler ait olmadığımız bir dünyada olmuştur. Oysa yıllar öncesinde nice ciğerleri dağlayan vukuatlar oldu. Bunlara büyüklerimiz, annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz, eşlerimiz ve bizler şahitlik ettik. Şimdi tarih oldu demek istiyorum, inşallah tarih olur da bir daha yaşanmaz. Tarihe not düşelim de unutulmasın ve bir daha tekrar etmesin. Geçmişte yaşadıklarımızı, başımızdan geçen acı tatlı hatıraları ne kadar iyi anlar ve kavrayabilirsek, bugünü yorumlamamız ve geleceği planlamamız o kadar doğru olacaktır.
Mevlana’nın sözleri ile sonlandırmak istiyorum. Selam ve dua ile
Mevlana; Bir rubaisinde şöyle der: Bilgisiz kişinin testisine taş at, fakat zeki ve bilgilinin eteğine yapış. Ehil olmayanlarla bir an bile eğleşme, çünkü aynayı suda bırakırsan elbet paslanır.
Eğer sende mertlik yoksa hançerin ne faydası var. Yürek olmadıktan sonra miğferin ne faydası var.
Tut ki, Ali'den miras kaldı sana Zülfikar, Sende Ali'nin yüreği yoksa Zülfikar neye yarar…