I. Şah İsmail tarafından 1501 yılında kurulmuş olan Safevî Devleti, feodal yapıya sahip olan teokratik bir monarşiydi. 1510 yılına gelindiğinde söz konusu devletin arazisi Kafkaslardan Fars Körfezi’ne kadar uzanmakta, Fırat ve Ceyhun ırmakları arasındaki toprakları içine almaktaydı. Bu geniş imparatorluğun başkenti Tebriz, can damarı Azerbaycan, resmî ideolojisi ise Şiilikti.
Devletin asıl kurucu ve yönetici unsuru Kızılbaş Türk boylarıydı. Devlet de çoğu zaman bu topluluğun şerefine Kızılbaş Devleti diye isimlendirilmekteydi. İlk Safevî şahı babası taraftan seyyid oldukları belirtilen Erdebil şeyhlerinin soyundan gelmekle beraber annesi tarafından da Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın torunuydu. Bu yüzden o, manevi ve ideolojik açılardan kendisini Hz. Ali hilafetinin varisi olarak görüyor, öte yandan da Akkoyunlu saltanatının siyasi mirasına hak iddia ediyordu.
Velayet şahının (Hz. Ali’nin) ve Erdebil şeyhlerinin ardılı olarak “Şah” ve “Mürşid-i Kâmil” sıfatlarını taşıyan genç Safevî lideri öte yandan Türk Devlet geleneğine bağlılığından dolayı “Hakan” ve “Bahadır Han” unvanlarıyla anılıyordu.
I. Şah İsmail’in ordusu başlıca olarak Türk Kızılbaş boylarının atlı birliklerinden oluşuyordu. n ila 100 bin kişilik bir orduya sahipti. Safevî ordusunda sayısı az olmakla beraber ateşli silahlar da bulunmaktaydı. Yarı göçebe Kızılbaş beyleri, üst düzey sivil bürokratlar, Şii din adamları ve diğer yerleşik feodallar toplumun hâkim sınıfını oluşturuyorlardı.
Safevî saltanatının kurucusu olan Şah İsmail, hükümdar, mürşit, kumandan ve şair kimliğiyle Türk-İslâm tarihinde kendine özgü bir yer edinmiştir. 1501 yılında Azerbaycan merkezli bir devlet kurarak on yıldan daha az bir süre zarfında Kafkas Dağlarından İran Körfezi’ne, Ceyhun ırmağından Fırat ırmağına değin uzanan geniş toprakları kendi imparatorluğunun sınırları içine almayı başaran Şah İsmail, siyasette olduğu kadar dinî propaganda ve edebiyat alanlarında da büyük muvaffakiyetler kazanmıştır.
Kısa hayatı boyunca dikkate değer başarılara imza atması, onu sadece yazılı kaynakların değil, sözlü halk edebiyatının da kahramanı haline getirmiştir. I. Şah İsmail’in tesis ettiği Safevî Devleti tüm Türk dünyası tarihinde isminden söz ettiren imparatorluklardan biri olmuştur. Merhum hocamız O.Efendiyev’in 1950’li yıllardan itibaren bu alanda yürütmeye başladığı araştırmalardan sonra Azerbaycan tarihçiliğinde Safevî Devleti’nin kuruluş ve gelişim süreci boyunca (I. Şah Abbas’ın reformlarına kadar) Azerbaycan merkezli bir Türk devleti olması kanaati oluşmuştur.1 Rus tarihçiliğinde İ.P.Petruşevsky’nin çalışmalarıyla Safevî Devleti’nin Türklerce yönetilen bir devlet olduğu düşüncesi ağırlık kazanmıştır.
Şah İsmail, 16. yüzyılda İran’ı, Azerbaycan merkezli bir Türk devleti olarak yapılandıran büyük Türk hakanıdır. 17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil’de doğdu. Abisi Sultan Ali, Akkoyunlu varisi Rüstem Mirza’nın askerleri karşısında hayatını kaybedince 7 yaşında Safevi Tarikatının başına geçti (1494). Akkoyunlu tehdidi karşısında bir süre Erdebil’de saklandı. Çember daralınca yanındaki yedi Kızılbaş beyi ile Lahican’a sığındı. Beş yıl boyunca burada saklandı.
Mevlana Şemse’d-din Lahicî’den Arapça ve Farsçanın yanında Kur’an okumasını öğrendi. Lahican Sûfîleri’nden (yedi Kızılbaş beyi) tarikat ve savaş amacıyla Lahican’dan çıktı (Ağustos 1499). Şirvan’da, Bakü’de, Şurur’da kazandığı parlak zaferlerden sonra Tebriz’i aldı (1502). Daha on dört yaşında bir çocukken kaynaklarda “Devlet-i Kızılbaş” yahut “Devlet-i Haydarî” de denilen Safevi Devletini kurdu.
On İki İmam adına hutbe okutup para kestirdi. Tayinleri yaptı. On İki İmam Şiîliğini (Caferilik), devletinin resmî mezhebi ilan etti. Kızılbaş tacını kullanmayı emredince bütün erkekler Kızılbaş tacı giymeye başladı. İran, Kızılbaş ülkesi adını aldı. Devletinin sınırlarını Fırat ile Seyhun nehirlerine kadar genişletti. Çaldıran Savaşından sonra daha ılımlı bir yol izledi. Fiili olarak hiçbir savaşa katılmadı. Vefat ettiği 24 Mayıs 1524 tarihine kadar ülkesinin birliği ve kalkınması için çalıştı.
Şah İsmail’in iki sevdası vardı. İlki Ehlibeyt ve On İki İmam, ikincisi Türkmenlik. Türkçe konuşan, Türkçe yazan, Türkçe yaşayan bu büyük Türk hakanının eserlerinde Türklere ve diğer halklara değer verirdi.
Şah İsmail’in günümüze üç tane eseri ulaşmıştır.
Şah İsmail’in birinci ve en önemli eseri Divân’ıdır. Tükçe yazılmıştır. En hacimli eseri de budur. Farklı yazmalar üzerinden yapılan çapraz doğrulamalarla Şah İsmail’in Divân’ının birçok baskısı yapılmıştır. Şah İsmail’in bütün eserleri; Türkiye Türkçesinde Babek Cavanşir ile Ekber N. Necef tarafından yapılan baskı akademik düzeydedir. Ancak Türkiye Türkçesinde yapılan en önemli çalışma, Prof. Dr. Muhsin Macit’e aittir ve tenkitli olarak yapılmıştır. Fakat bu çalışma sadece Divân’ı kapsamaktadır. Divân’da; gazel, kaside, rubai, terci-i bend, murabba, kıta, tuyuğ, koşma, geraylı, varsağı, bayatlı vb. şiir türleri bulunmaktadır.
İkinci eseri Dehname (On Mektup) adını taşımaktadır. Türkçe yazılan Dehname, bir aşk mesnevisidir. Eser; Allah’a hamd eden bir şiirle başlar, bir tevhidle devam eder. Hazreti Muhammed’i öven bir naatı, Hazreti Ali’nin menkıbelerini anlattığı bir başka şiir takip eder. Sonraki şiirde tevhid, nübüvvet ve velayet inançlarını tek başlıkta anlatır. On İki İmam’ı anlattığı bir başka şiirden sonra konuya girer.
Şah İsmail’in üçüncü ve son eseri mesnevi şeklinde kaleme alınan Nasihatname’dir. Şah İsmail’in fikrî yapısını yansıtan bu kısa eser, dinî ve sosyal konular içerir. Türkçe yazılmıştır.
Şah İsmail, Anadolu’da ve çevre bölgelerde büyük bir Hatâî rüzgârı yaratmıştır.
Şah İsmail, günümüz Türkçesi ile şöyle demektedir: “Şirvan halkı hepsi Tebriz’e bağlanırsa, Acem mülkü kıyametin ne zaman kopacağını anlar.” Neden Tebriz? Çünkü Tebriz, öncesinde Akkoyunlu sonrasında ise Kızılbaş devletlerinin başkenti olarak Türklüğün sembolü bir şehirdir.
ŞAH İSMAİL’İN ŞİİRLERİNDE TÜRKLER
Şah İsmail’in eserlerine bir bütün olarak baktığımızda Türklüğe her zaman olumlu anlam yüklediğini görüyoruz. Daha önce Arap ve Acem kimliklerine karşı Türk kimliğini yücelttiğini görmüştük. Şah İsmail, Türklüğü ve Türkmenliği yüceltmeye devam ediyor:
“Sen ey Türk-i peri peyker, ecaib sün-i Yezdan’san
Görenden berü ruh-sarun, sözüm, Allahu ekber’dir.”
(Sen ey peri vücutlu Türk! Yezdan’ın (Allah’ın) yarattığı olağanüstülüksün. Yüzünü gördüğümden beri Allahu ekber (Allah uludur) derim.”
“Ey Hatâî! Şol Huten Türki saçınun şemmesi,
Nafe-yi sehraya saldı belki misk ü enberi!?”
(Ey Hatâî! Şu Hoten Türklerine ait saçının bir parçası misk kesesinin içindeki güzel kokuyu çöllere saldı.)
“Türk-i yağmacı kimi billeh yüküş kan eyledin.”
(Yağmacı Türkler gibi billahi çok kan döktün)
“Söyle kim ol Türk-i mesti nece tir-endaz imiş,
Kim menüm bağrumda andan sed hezaran pare var.”
(Söyle ki, o kendinden geçmiş Türk, iyi okçu imiş, çünkü benim bağrımda ondan yüz tane bin tane parça var.)
“Bes ol ğazeb ile Türk-i tennaz,
Hışm etdi sana be işve vü naz.”
(Yeter o gazap ile herkesle alay eden Türk. Bu işve ve naz önce seni öfkelendirdi.)
“Kıldı, gelüben, ıraktan avaz,
Bend etdi sebanı Türk-i tennaz.”
(Uzaklardan bir avaz geldi ama herkesle gülüp eğlenen Türk, geceyi bu sese bent/set yaptı.)
“Çün yetdi seba o yar katına
Ol Türk-i vefa-güzar katına.”
(Rüzgâr, yârin, o vefa bilen Türk’ün katına çıktı.)
Hayatından, uygulamalarından ve şiirlerinden anlaşıldığı üzere Şah İsmail Hatâî, Türk/Türkmen kimliğini içselleştirmiş ve Türklüğe her zaman üstün bir paye vermiştir. O, Türk soylu bir ailede doğmuş, Türk kültür havzasında yetişmiş, Türkçe konuşmuş, Türkçe yazmış, devletini Türk devlet geleneği üzerine kurmuş büyük bir Türk hakanıdır. Şah İsmail’in şiirlerinde Türklük, üç özelliği ile ön plana çıkmıştır: hâkimiyet, savaşçılık, güzellik. Şah İsmail de Türk’ün yağmacılığı bile bir erdeme ve güzelliğe dönüşmüştür. Özetle; Şah İsmail’in gönül dünyasında Türklere sevgi, muhabbet ve hükmetmek; diğer halklara da itaat etmek düşmüştür.
Şah İsmail’in sıfatları;
1. İnsan-i Kamil
2. Ebu Muzaffer
3. Pir-i Türkistan (Türkistanın Piri)
4. Allah'ın Yer Yüzündeki Gölgesi
5. Sanat Hamisi (Şah Hatai Mahlasını kullanmıştır.)
6. Türk Teşkilatını kuranlardan birisidir.
7. Şah ve Şeyh makamlarını aynı anda kullanan kişidir.
SAFAVİLER (SEFEVİ KİMLİYİNE FERGLİ BAXIŞ) -AZERİCE- GÜNTAY GENCALP
Şah İsmailden önce safavilerin Nakşibendi tarikatina mensup yani 4 halife yolunda oldukları bilinmekte Şah ismail nasıl şii olmuştur Türk olmadığı yazmakta bunlar nekadar doğru
Günahı,sevabı ile Türk devleti olarak,Türkler tarafından kurulmuştur. Anadolu'dan 12 Boy Katılmıştır. Türk olmadığı, Kürt olduğu Tarihçi Faruk Sümer de geçer, Ancak bu doğru değildir. Osmanlı Hanedanı/yazıcıları tarafından, siyaseten uydurulmuştur. Zira Türklerde Töre Beyin/Hanın, Türk olması ve asil bir aileden(Kut almış olması) gelmesi gerekiyor. Osmanlı bile kabul görmek için kendisine Kayı Boyunda olduğu ile ilgili şecere yazdırmıştır. Kayı boyundan olduğu bile şüphelidir.(Halil İnalcık) Sefavi Farslaşmış, Osmanlı ise Araplaşmış, Türk devleti olamamışlar/kalamamışlardır. Osmanlı kendisine Türk bile demiyordu. Devleti Aliye diyordu(H.İ)Türkler Osmanlı Bakiyesinden Bir Türk devleti çıkardılar. Sefavi İran Fars devletine dönüştü. Bu günkü Azerbaycan Osmanlı bakiyesi devrin Türk aydınları tarafından kotarılmıştır. Devleti yaşatan dildir. Sefavi de devlet dil Farsça,Osmanlıda Arapça.Bir kez daha Atatürk'ün ve Cumhuriyeti kuran kadroların ,büyüklüğü ortaya çıkıyor.Ruhları şad olsun